Anaların toprağında gerçeğin mayasında...

04:004/07/2017, Tuesday
G: 17/09/2019, Tuesday
Leyla İpekçi

Ana diyecek oldum sabah. Baktım kelime toprağa düşmüş lügatımdan. Böyle dedi iki gün önce anasına veda eden koca adam. Onun bu iç burkan sözünü duyunca dört buçuk yaşımdayken göçen anamı düşündüm. Aynı tarihte göçtü ikisi de bu diyardan. Ama benimkini toprağa vereli 46 yıl olmuş.Annesi göçene dek herkes çocuktur.Anaya erken veda edenler ise çocuk yaşta büyür, ihtiyarlar. O anda sona ermiştir çünkü çocukluk. Bir yandan da hayat boyu acemi bir evlat olarak kalmaya yazgılısındır. Belki babana annelik

Ana diyecek oldum sabah. Baktım kelime toprağa düşmüş lügatımdan. Böyle dedi iki gün önce anasına veda eden koca adam. Onun bu iç burkan sözünü duyunca dört buçuk yaşımdayken göçen anamı düşündüm. Aynı tarihte göçtü ikisi de bu diyardan. Ama benimkini toprağa vereli 46 yıl olmuş.


Annesi göçene dek herkes çocuktur.

Anaya erken veda edenler ise çocuk yaşta büyür, ihtiyarlar. O anda sona ermiştir çünkü çocukluk. Bir yandan da hayat boyu acemi bir evlat olarak kalmaya yazgılısındır. Belki babana annelik yapmak düşer payına. Belki çile dolu yıllar. Kesintisiz meşakkat.

Böyle işte. Acemi bir evlat olarak tecrübeli bir evladın sözüne mukabele etmenin anlamsızlığını bilmeme rağmen şöyle dedim:

Ana kelimesi toprağa düşmekle mayalamaya başlar yeniden evlatları. Tomurcuklanır, filizlenir, yeşerir toprak.

Lügatime her giren kelime ile terkiplenen mânâlar kendi annesizliğimin üzeri ne kadar örttü bilemem. Ama eksikliğini değil yokluğunu bildim hep annemin.

Anasız bir çocuk olarak başladığım hayatta çocuksuz bir anaya dönüştüm. Anmadan, anılmadan.. Beni aslıma uçurmaya nurdan kanatlarımı takacak bir yâren bulmaya, onu yutmaya, o olmaya… Derken!

Kızılcabölük’te, hepimizin anası Fatmana teyzenin naaşını toprağa verirken servilerin, dutların, incirlerin kökündeki özlemin uçlarına değer gibi oldum. Öğle vakti kılınacaktı cenaze, cuma vaktine isabet etmişti. Düşeceği toprağa hasret idi lügatimde kelimeler.

Söszüz bir duanın içinde okunduk, dokunduk biz bütün talipler. Kendi alfabemizin harflerini sökmeye, ol nefesin içinden seslendirmeye niyetli olarak İstanbul’dan gece yolculuğu yapıp varmıştık Denizli’ye. 48 derece sıcakta, esintiler içinde hışırdarken bir yaprak gibi, anamın kabrinde ettiğim duaların içinde buldum kendimi.

***

Çocukken mezarına gidip onunla konuşursun, hatta bağırırsın toprağın altına. İçine içine inlersin. Anne lüften gel, çok yoruldum başka annelerden, hepsi beni bırakıp gidiyor, sen annemsen gitmezsin, bekliyorum dersin çaresizlikle.

Gelen giden olmaz.

Sonra ergenlik döneminde isyan eder, ne mezarı, ne taşı dersin. Toprağı da sulamak istemiyorum, çiçek de dikmesem olur dersin. Burada zaten ne kaldı ki, bir iki kemik. Servinin gölgesinde kendi kendine serinlesin mânâlar. Teselli isteyene ver. Dersin.

Derken baban da gelir, düşer ananın yanında toprağa. Bir isim ve iki tarihten ibaret olan yerini alır çok geçmeden. Mermer ustalarıyla tanışırsın yaş ilerledikçe. Mezar bakıcıları, mezarlık yönetimi seninle muhatap olmaya başlamıştır. Yoktur ki başkası. Gelip dua etmeye. Ne bir torun, ne kardeş…

Yıllar yüzünde birikirken başını öne eğer, yeni gelen ölülere bakar, iç çekersin. Sanki az önce ölmüş gibi tazelenir hepsiyle anan baban orada. Aman dersin, ruhuna Fatiha okuyup çıkayım. Mezar dediğin en fazla üç kuşaklık ölümsüzlük. Ya sonra?

Sonra “Devredip geldik bu cihana / Ben gidem bu ten sarayı yıkıla viran ola” diyen kamilin şiirindeki sırdan bir hece çalınır kulağına. Kabir senin bedenindir, rızkın bitene dek yedireceksin onu toprak altında. Daha kim bilir ne çok mahlukatın rızkı olmaya.

Ama gün gelir devran döner, ömür ahir olduğunda, yenen de yediren de azık da sen olduğunda.. Ne kabirdir içine konduğun, ne topraktır seni yiyecek olan. İhtiyar anacığı gibi koca adamın, güle oynaya, esintiler içinde, tebessüm dolu gözyaşları eşliğinde, ardında bıraktığın ne varsa dölleye, çiftleye, nikahlaya.. Hakka karışır, aslına kavuşursun, kesintisiz aşk olup da.

Gönülleri mayalamaya… Döne döne…

Sonra Kızılcabölüklü kadınların yaptığı gibi iki elle yoğururken hamuru gönüller açılır. Analar ölmez, doğurur. Maksat, doğmaz dolanmaz güneş olmaya… Hazreti İnsan’a…

***

Bütün melekelerine secde ettirdiysen, gönlün imam iken bütün azalarınla nefsine ümmet olduysan.. Celal ve cemal eliyle yoğrula yoğrula adam kıvamına gelmişsen.. Cılk olmadan hamuruna çalınan maya, bütün isimlerle ona ulaşmışsan, hepsi sende saf tutmuşsa, fiilleri, sıfatları bilmişsen kendi içinde bir’den… Adem olunca cennettir doğduğun vatan. Anavatan.

Göbek kordonu bir kez kesilmeye görsün! Düşen her kelimeyle toprak yeniden döllenir. Kesintisiz iletişim. Daimi zikir. Hep o dua. İlla.

Ne ana kalmıştır ne baba. Veda ede ede. Canım feda sana ya Resulullah sırrının kapısını aralamaya… İşitirsin yâren oldukça: Ben eşyanın anası, ruhların babasıyım diyen sevgiliyi. Sevdikçe.

***

İşte birkaç gündür anaların toprağında, anaların vatanında, anaların koynundayız. Adem’i doğuran ve onu doğurgan kılan gerçeğin mayasında. Er olmuş analar ile yeniden doğmaya.

Ekmeğini yapan, ağacını budayan, eriğini, kirazını, dutunu, narını, kozunu bilen, ununu elemiş eleğini asmamış nice Egeli ananın bağrında, üzümlerin ermesini beklemedeyiz.

Kızılcabölük bağlarında üzümler erecek yakında, fakat şimdiden bi hoş olmuşuz, hararet gidermek için doldurmaktan çayları, çayhoş olmuşuz, aşk pekmezini kaşıklamaktan sarhoş olmuşuz.

Bura dokumacılıkta ehildir diyor köylüsü. Çok geçmeden anlıyorsun ki, gönüldür burada dokunan. Yeter ki sen bir adım yaklaşıp dokunmaya..

Bir daha eğiliyorum toprağa. Kabrine taze güller gelmiş anaların az önce. Anneminki gibi daha eski ölülerde bir neşe, bir tazelik. Hayat fışkırıyor her yandan. Servinin sarmaşık gülünün kır çiçeklerinin bağrında, öncesinde sonrasında saklı bir an var. O ana bir’den bir’e.. Varınca dersin ki. Ölüm yok. Hep kendinden kendine. Nefesi içinde. Hu.

#Kızılcabölük
#Lügat