15 Temmuz’dan beri şahit olduklarımız, kayda geçirdiklerimiz (2)

04:0023/07/2016, Saturday
G: 13/09/2019, Friday
Leyla İpekçi

15 Temmuz gazilerinden biri olan bir kardeşimizle bir araya geldiğimde, hayati tehlikesi yeni geçmişti. Askere karşı ilk direnenlerden biriydi ve Harbiye'de halkın üzerine ateş açan darbecilerden kurtulup geldiği Taksim'de provokatör denilerek alınıp polisler tarafından kaburgaları kırılmıştı. Henüz açığa çıkmayan, göz yuman veya cuntadan talimat alan polisler tarafından.



Böbürlenmiyordu, kahramanlık peşinde koşmuyordu. Şu kişiler az direndi, bu çok direndi gibi bir senlik benlik davası yoktu. Ne bir sloganı, ne bir fikirsel çekişmesi vardı. Öfkesine yenik düşmemiş, serinkanlılıkla son derece ilginç hikayesini anlatıyordu. Görevimi yaptım diyordu. Burası vatan diyordu.



***


Fakat bir de şunlar var: “Meydana inmiştim ama tekbir sesleri ve bayrakları görünce kalabalığa giremedim.” Böyle diyenler burada Mehter Marşı yerine Sosyalist Enternasyonal çalınacağını mı sanıyorlar, ideolojik takıntıları yüzünden bu kadar mı uzaklar bu toprağın mayasına diye şaşırmıyor bile artık çoğumuz.



“Gezi'de ağaç için sokağa çıkan, su ve biber gazı sıkmakta olan Toma'lara karşı direnen ve üzerine kahramanlık destanı yazılan, belgeseller, kitaplar yayınlanan kahramanlar biz kurtuluş savaşı verirken evdeydi. Bizler can pahasına tankların önüne yattık, üç beş değil, onlarca şehidimiz var” diyenler bu gerçeğin altını çiziyor muhakkak.



Fakat bunu bir düşmanlık vesilesi olarak görmek yerine, “yine olsa aynısını yapardık, onların da hayatı bize emanetmiş demek ki” diyorlar. Ki bu sağlam duruşu, nefret ve düşmanlık vesilesi için kullanıp direnişi sabote edenlere karşı teyakkuzda olmalıyız. Kafa kesme gibi yalan haberlerle bu müthiş mücadeleyi sabote etmeye çalışanlara karşı da.



***


Şimdi kayda geçirilmesi biraz erken olsa da acizane bir şerh: Bugünlerde bize lazım olan şahıs odaklı çekememezlikler değil, siyasetin hakkıyla yapılmasına hizmet vermek. Çünkü yöneticilerimizin en çok ihtiyaç duyduğu onurlu bir siyasete destek vermek ise egolar üzerinden değil, Taksim'de gazi olan kardeşimiz gibi, benliksiz bir mücadele üzerinden mümkündür.



Nitekim ısrarla iktidarı şahsileştirilmekle eleştirilen Cumhurbaşkanımız bile kendisine en fazla karşı çıkmış medya kuruluşlarından birine bağlanırken nefsine yenik düşmemiş, ihanet çetesine karşı direnişin fitilini CnnTürk'ten ateşlemişti.



Birileri sağda ya da solda çoktan yerle yeksan olmuş itibarlarını kurtarmak istiyor diye onların yanında gözüküp itibarımızı zedeleyeceğiz endişesine yenik düşersek: Başbakan'ın acil talebini de göz ardı ederiz.



***


Evet, Başbakanımız “bugünler ittifak günüdür, her kesim bir arada direniş sergilemeli, bu bir partiye atfedilemez” mealinde telkinlerde bulunuyor günlerdir. Darbeci askerlere karşı can feda sokağa çıkan, dünya direniş tarihine altın harflerle kendini yazdıran ve günlerdir meydanları dolduran vatandaşları içeride ve dışarıda 'diktatörün yandaşları' diye tanıtanlar varken: Direnenlerin bir yandaş grubundan ibaret değil, bu memleketin farklı kesimlerinden sıradan insanlar olduğu gerçeğini kendi ellerimizle sabote etmeyelim.



Ama şunun da altını çizelim: Zıtlaştıklarımızla aynı meydanda, aynı bildiride olmak elbette uzlaşmak anlamına gelmiyor. Özellikle Gezi'de yaşadığımız keskin yarılma ile yeniden ayrıştığımızdan beri, bu ayrışmanın hayırlı olduğunu, melezleşme diyerek baskın olanın diğerine tahakkümünden ibaret hibrid bir gösteri yaptığımızı sık sık belirtiyorum. Birbirimize hiç benzemek gerekmeden, farklılıklarımızla, olduğumuz gibi kalarak barış içinde yaşayacağımızı hayatın içinden örneklerle defalarca kanıtladık.



***


Kendini her şeyiyle kamufle eden, bağlılık yemine sadık kalmayan ve durmadan hileli yöntemlere başvurmayı kendilerine tanınmış bir imtiyaz olarak gören paralelcileri hakkıyla ayırt etmek çok zor. Şimdi OHAL ve ihbarlar dönemindeyiz. Gıcık olduğu herkesi paralelci diye gammazlamaya çalışanların da haberi geliyor.



Bürokrasinin ayıklanmasına hak için hizmet etmekle, hıncını almak için alakasız kişileri ihbar etmek arasında koskoca bir insanlık farkı var. Unutmayalım ki içimizde ne oluyorsa, başımıza da o geliyor. Dışımızda olanlar bizim nefs-i emaremizin yansıması. Direnişin ruhunu değil nefsini beslemeyelim. Kısacası: Paralel cuntacılara olduğu kadar -hangi kesimden, kurumdan, kişiden gelirse gelsin- egolar cuntasına da karşı duralım.



***


Tekbir, sala ve ezan seslerinden çekindiğini söyleyen ve darbecilere karşı net bir tavır sergileyemeyenler de yine bu ülkenin insanı. Önceki yazımda da belirtmiştim, kimi için burası bir toprak parçası, kimi için vatan. Sevemedikleri yerin yabancısı olmaya mahkum bu kesimle, onların nefretini kullanan art niyetli / örgütlü odakları ayırma çabası hakkaniyet ve adalet gereğidir. Bu sebeple burada asıl örgütlü, kasıtlı söylemleri kayda geçirmek gerekiyor:



Onlarca kişiyi acımasızca katledenlerden hiç bahsetmeyerek meydanda toplanan kalabalıkların korna seslerine takan, kafa kesme gibi yalan haberleri yayan ve / veya “devlet Işid'çilere kaldı” diyenler ne yazık ki ve ne tesadüf ki yine aynı kişiler, aynı kurumlar!



Demirtaş'ın tam da demokrat bir tutum alması gereken zamanda: “IŞİD zihniyeti bu darbeci girişimi fırsat bilerek bu ülkede kendi egemenliğini adım adım kurmak isteyecektir” sözünü ve içerdiği örgütlü imayı... Yine cuntacı yapıyı hiç anmadan açığa vurduğu kastını mutlaka ama mutlaka kayda geçirmek gerek.


#15 Temmuz
#Darbe girişimi
#IŞİD