Küresel ekonominin son birkaç on yıl içerisindeki en kritik dönemlerine şahitlik ediyoruz. Doğru bildiğimiz pek çok şeyin değiştiği, dönüştüğü ve başkalaştığı bir dönemdeyiz. 2008 Küresel Finansal Krizi sonrası devam eden sürecin pandemi ve sıcak savaşların da etkisi ile yerleşik iktisadi anlayışta derin kırılmalara neden olduğu bir sorgulama dönemindeyiz. Bu dönem bir yandan kırılganlıkları artırırken diğer yandan da “yeni normal” olarak ifade edebileceğimiz bir yeniden yapılanma dönemi olarak
Küresel ekonominin son birkaç on yıl içerisindeki en kritik dönemlerine şahitlik ediyoruz. Doğru bildiğimiz pek çok şeyin değiştiği, dönüştüğü ve başkalaştığı bir dönemdeyiz. 2008 Küresel Finansal Krizi sonrası devam eden sürecin pandemi ve sıcak savaşların da etkisi ile yerleşik iktisadi anlayışta derin kırılmalara neden olduğu bir sorgulama dönemindeyiz. Bu dönem bir yandan kırılganlıkları artırırken diğer yandan da “yeni normal” olarak ifade edebileceğimiz bir yeniden yapılanma dönemi olarak da adlandırılabilir.
Elbette değişim ve dönüşüm uzunca bir döneme yayılan bir süreç. Bu süreç içerisinde de pek çok işi “eskiden olduğu gibi” yaparak eskiden elde edilen sonuçları elde etmeyi beklemek aşırı iyimser bir yaklaşım olarak düşünülmeli. Buna ekonomi politikaları da dahil.
İşte böyle bir dönem içerisinde başta Fed ve ECB gibi büyük merkez bankaları da dahil olmak üzere pek çok merkez bankası da kendisini yeni normale adapte etmeye çalışıyor. Ancak unutmamak lazım ki geçiş dönemleri her zaman belirsizlikle doludur ve sancılı geçer.
Bu sancılardan bir tanesi de merkez bankalarının devam eden yüksek enflasyona rağmen faiz indirimi yapma zorunluğu doğurmasıdır. İşte böyle sancılı bir dönemde enflasyon henüz hedefe gelmemişken Avrupa Merkez Bankası son üç ayda iki kez faiz indirimi yaparak stres altında olan Avrupa ekonomisini desteklemeye çalışıyor. Geçtiğimiz Çarşamba günü ECB piyasa beklentileri ile paralel bir şekilde 25 baz puan daha indirime gitti. İndirim kararını açıkladığı metindeki şu ifadelere rağmen: “Yurt içi fiyat baskıları hala yüksek. Ücretler hala yüksek hızda artıyor.”
Diğer yandan ABD Merkez Bankası Fed’in de bu ayki toplantısında faiz indirimi yapması neredeyse kesinleşti. ABD yıllık enflasyonu son 3,5 yılın en düşük seviyesi olan %2,5’e gerilerken enerji ve gıda fiyatlarını içermeye çekirdek enflasyon ise yıllık %3,2 seviyesinde. Eğer sıradışı bir gelişme yaşanmazsa Fed’in bu yıl Eylül ayı da dahil olmak üzere kalan 3 toplantıda da faiz indirmesini bekliyoruz.
Peki böyle bir süreçte TCMB ne yapacak? Aslına bakarsanız bir süre bu yılın son çeyreğinde TCMB’nin de faiz indirimlerine başlayacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak Ağustos enflasyonu açıklandıktan sonra yayımlanan Aylık Fiyat Gelişmeleri Raporu’ndaki “enflasyonun ana eğiliminin kayda değer bir değişiklik sergilemediği” şeklindeki ifade beklentilerin farklılaşmasına neden oldu. Buradan yola çıkarak ilk faiz indiriminin 2025 yılının ilk çeyreğine kalabileceğine yönelik değerlendirmelerin sayısı arttı.
Oysa Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan bu yıl Nisan ayında düzenlenen IMF- Dünya Bankası olağan toplantılarında yaptığı konuşmasında “Para politikamızı Fed ve ECB bu yıl hiç faiz indirmeyecekmiş gibi yapıyoruz” diyerek Fed’in ve ECB’nin faiz indirimlerinin de alacakları kararda önemli bir değişken olacağı sinyalini vermişti. Piyasalar bu ifadeyi Fed’in ve ECB’nin faiz indirimlerinin TCMB’ye de indirim için alan açabileceği şeklinde yorumlamıştı.
Bugün geldiğimiz noktada artık daha çok içerideki verilere odaklı değerlendirmeler yapmanın daha uygun olduğunu belirtmekte yarar var. Diğer yandan reel sektörün durumunu da göz önünde bulundurarak öneri seti geliştirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Hâl böyle olunca da doğru doz ve hızda bu yılın son çeyreğinin faiz indirimlerine başlamak için uygun olduğu kanaatimi evvelki yazılarımda olduğu üzere yeniden kayda geçirmekte fayda olduğu ifade etmeliyim.