Dünyanın ekonomik ağırlık merkezi meselesi ve Türkiye’nin stratejisi

04:0019/12/2024, Perşembe
G: 19/12/2024, Perşembe
Levent Yılmaz

Küresel siyasal sistemdeki sistemik krizlerin etkileri gün geçtikçe her alanda daha fazla hissediliyor. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan; insanı, adaleti ve adil dağılımı yok sayan küresel finansal sistem, bu sistemin regülatörü olan ABD ve ABD’nin para birimi olan Dolar’ın geleceği konusu artık her zamankinden daha fazla tartışılıyor. Elbette bu finansal hegemonyanın yarın sabah sonlanmasını beklemiyoruz. Ancak geldiğimiz noktada egemen anglo-sakson finansal yapıların ve sistematiğin her zamankinden

Küresel siyasal sistemdeki sistemik krizlerin etkileri gün geçtikçe her alanda daha fazla hissediliyor. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan; insanı, adaleti ve adil dağılımı yok sayan küresel finansal sistem, bu sistemin regülatörü olan ABD ve ABD’nin para birimi olan Dolar’ın geleceği konusu artık her zamankinden daha fazla tartışılıyor. Elbette bu finansal hegemonyanın yarın sabah sonlanmasını beklemiyoruz. Ancak geldiğimiz noktada egemen anglo-sakson finansal yapıların ve sistematiğin her zamankinden daha fazla sorgulanıyor olmasını da bir ilerleme olarak görüyor olmamızı da kimse yadırgayamaz.

Özellikle 2000’li yılların başından itibaren yükselen Doğu’nun üretim, teknoloji, inovasyon ve yazılımda kat ettiği mesafe ile son birkaç yüzyılda Batı ile açılan mesafeyi hızla kapatıyor olması ve hatta bazı konularda Batı’yı geçmesi, dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin hızla Batı’dan Doğu’ya doğru hareket ettiği şeklinde yorumlanıyor. Açıkçası algılanan bu gerçeği destekleyen ampirik çalışmalar da batılı finansal kurumların raporlarında yer alarak, gözle görülen bu gerçeğin artık sümen altı edilemeyeceğine işaret ediyor.

İşte böyle bir geçiş döneminde zaten coğrafi olarak sıklet merkezi olan Türkiye bu defa siyasi, ekonomik ve insani olarak da “sıklet merkezi” haline gelerek tarihin şekillenmesinde başat aktörlerden birisi oluyor. Türkiye bir yandan Suriye sorununun çözümü için sabırla gayret sarf ederken diğer yandan Birleşmiş Milletler’in yapısını sorgulatıyor, Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk yaparken Somali ile Etiyopya’yı barıştırıp Afrika Boynuzu’ndaki krizi çözüyor. Tüm siyasi ve ekonomik maliyetine rağmen sığınmacılara kapısını sonuna kadar açarken Gazze’nin sesi olup Balkanlarda çatışmasızlığın garantörü olabiliyor.

Dahası; bir yandan Doğu ile Batı arasında ticaret merkezi olma yolunda ilerlerken enerjide yaptığı iş birlikleri ile hinterlandına nefes aldırıyor. Irak ile “Kalkınma Yolu” üzerinden Basra Körfezi’ne bağlanırken özgürlüğüne kavuşmasına gönül verdiği Karabağ üzerinden “Yeniden Asya” ile buluşuyor.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın tüm olumsuz girişimlerine rağmen Avrupa Birliği çıpasını tutarken NATO’daki en güçlü aktörlerden birisi olarak BRICS toplantılarında gözlemci statüsünde gelişmeleri takip ediyor. Türk Devletleri Teşkilatı ile ortak alfabeyi müzakere ederken nerede bir afet olsa dil, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin oraya yardıma koşuyor.

Elbette gelişmekte olan bir ekonomi olarak belirli zorluklar yaşayıp bazı riskler taşısa da Türkiye görünen ve ölçülebilen gücünün çok ötesine bir performans ile yerleşik küresel sistemin tüm bel altı girişimlerine rağmen emin adımlarla yolunda ilerliyor.

Bölgesindeki ve dünyadaki her konuya öncelikle insani bir bakış açısı ile yaklaşan Türkiye, devamında ekonomi ve enerjide “kazan-kazan” stratejisi ile sömürgecilere ders niteliğinde adil bir yaklaşım sergiliyor. Özetle Türkiye “giden” değil “beklenen” ve “davet edilen” oluyor.

#ekonomi
#Türkiye
#Levent Yılmaz