Lafı uzatmaya gerek yok, ''yepyeni'' bir manzarayla karşılaştığımız muhakkak. Yalan değil, ''toplum''u, ''iktidar''ı ve ''idare''si herkes şaşırmış durumda. ''Gezi''nin çekirdeğini oluşturan toplumsal hareket herkesi hazırlıksız yakaladı. İktidar-idare ''eski''nin protesto tarzından fersah fersah uzak bir toplumsal hareketi pedagoji söz konusu olduğunda hatırladığı tek yöntem olan ''ağaç yaşken eğilir'' düsturuna uygun olarak hareketin ilk günü perişan etmeseydi muhakkak ki karşısında ''eski''nin
Lafı uzatmaya gerek yok, ''yepyeni'' bir manzarayla karşılaştığımız muhakkak. Yalan değil, ''toplum''u, ''iktidar''ı ve ''idare''si herkes şaşırmış durumda. ''Gezi''nin çekirdeğini oluşturan toplumsal hareket herkesi hazırlıksız yakaladı. İktidar-idare ''eski''nin protesto tarzından fersah fersah uzak bir toplumsal hareketi pedagoji söz konusu olduğunda hatırladığı tek yöntem olan ''ağaç yaşken eğilir'' düsturuna uygun olarak hareketin ilk günü perişan etmeseydi muhakkak ki karşısında ''eski''nin protesto tarzını benimseyenleri bulamayacaktı. Siz bakmayın bugün eline mikrofonu ve kalemi geçirenlerin ''masum kesimle şedid kesimi birbirine karıştırmayın'' tekrarlarına… İlk gün uygulanan devlet şiddetiyle ''masum kesim''in devre dışı bırakılıp sokakların ''şedid kesime'' terk edilmesi insanın aklına bütün bu olup bitenin –bugünlerin çok revaçta nitelemesiyle- bir ''komplo''nun eseri olabileceği ihtimalini getiriyor. ''Şiddet mi istediğiniz, alın size en âlâsından şiddet!'' diyerek… Ama kötümser olmayalım çünkü ''Gezi''nin çekirdeği ''meyvesini'' vermiştir artık. Yepyeni bir ''politik'' çerçevede ifadesini bulan bu yepyeni toplumsal hareket bundan böyle ülkenin gündemine sağlam biçimde yerleşmiştir. Şehirleşme oranı çok yükselmiş, her açıdan ''küreselleşme'' ile eklemlenmiş, güçlü ve serbest iletişim imkânlarına kavuşmuş bir ülkede bu yeni ''politik'' hareketlerin tekrarlanmayacağını sanmak boş bir hayaldir. Bir yandan ülkenin bütün öğrencilerine ''Tablet'' dağıtmak, öte yandan ise Twitter''ı toplumların başına musallat olmuş bir ''bela'' olarak takdim etmek bu ''kaderi'' değiştirebilir mi? ''Okul'' ve ''Salı konuşmaları'' başta olmak üzere karşılaştığı anlamsızlıktan usanmış olan genç kuşak itirazını dile getirebilmek için ''sesini bulmuştur'' artık. Bu kuşak artık -durmaksızın tekrarlanan ''yorumlar''ın aksine- ''İktidarı ele geçirmek'' gibi ''eski''nin iddialarından tamamen uzak olarak bundan böyle de ''toplumsal''ın otonomisine sahip çıkacaktır.
***
Bakın, ''Gezi''nin yararları yavaş yavaş nasıl da ortaya çıkmaya başladı. Zamanında ''Topçu Kışlası/Taksim Kışlası'' olarak anılan yapıyı ''Gezi Parkı'' projesi çerçevesinde yıkan dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar''ın oğlu Üner Kırdar bakın ne diyor: ''Ortada park diye bir şey kalmamış. (…) Bu parkı maalesef koruyamadığımız gibi çeşitli dönemlerde iktidar olmuş parti, belediye ve kişiler bu parkı sanki babalarından miras kalmış gibi yer yer, kısım kısım bölerek kendi amaçlarına kullandılar…''
Üner Kırdar bu sonradan eklenen yapıları da sıralıyor: Hyatt Otel, Ceylan Inter Continental Otel ve tabii Hilton.
Oğul Kırdar ile yapılan röportajda şu bölüm özellikle ilgimi çekti. ''Hilton Parkı halka açılsın. (…)Hilton Oteli, tamam, özelleştirildi. O zaman parkını halka açsın. İstanbul halkından alınan bu park, halkın hizmetine devredilsin…''
Benim açımdan da son derece yerinde bir öneri –hatta talep- bu. Hilton Oteli parkının halka açılmasına ilişkin bu öneri bana (Şehircilik Bakanı''na yönelik olarak) şu benzer öneriyi hatırlattı: Acaba –üstelik Hilton gibi iş işten geçmemişken- yapımı sonrasında ''Mecidiyeköy Cehennemi''nin cehennemin en alt katına çevireceği apaçık olan eski Galatasaray Stadı ve eski Likör Fabrikası yerine dikilecek olan kulelerden vazgeçmek için çok mu geç kaldık?
***
Bu parçalı yazıyı içinizden bazılarının dikkatini çekmemiş olabileceğini düşünerek dünkü gazetelerde yer alan birkaç haberle toparlayayım:
Todays Zaman''a dışarıdan yazan Rümeysa Kiger, Taksim''deki ''Duran Adam'' hareketini gözlerken göz altına alınmış. Olayı kendisi anlatsın:
'' ''Merdivenden in'' dediler, ''Merdiven burası, niye inicem, benim de merdivenim burası'' dedim. Bu şekilde devam eden bazı konuşmalar oldu aramızda. Sonra da içlerinden bir polis ''Sen çok konuşuyorsun ya, sen de gel, sen de gel,'' dedi ve beni de diğer çocukları götürdükleri otobüse götürdü.''
İkinci haber İzmir''den. Kordon''da bir genç kızın saçlarına asılmış olarak görüntülenen polis memuru, kendisine olayın fotoğrafı gösterilince tepkisini şöyle ifade ediyor: ''Bu ben miyim? O anı hatırlamıyorum. 20 saat boyunca uykusuz, ayakta ve görev başındaydım. Bu yaşananları hatırlamıyorum bile.''
Demek ki, İstanbul Emniyet Müdürü''nün polis memurlarının 40 saatte 4 saat ancak uyuduklarını büyük bir fedakarlık örneği olarak hatırlatması son derece yanlış ve yersizdir.. Baksanıza, polis memurları 20 saatlik bir uykusuzluktan sonra hiçbir şey hatırlamıyor… ''Uyurgezer durumda bir güvenlik kuvveti'' mi diyeceğiz?
''Duran Adam''ı polise ihbar eden sorumlu ''Oturan Adam'' anlatıyor:, ''Duruyordu dikkatimi çekti, (…) Ben bir saattir oturuyorum bir saattir burada duruyor...''
''Duran Adamı'' ihbar eden adam ''Ben bir saattir oturuyordum'' diyor. Anlaşılan o ki işler bu tempoda sürerse yakında bir takım adamlar da polisi arayarak ''Şuradaki adam bir saattir oturuyor, gerekeni yapın!'' diyebilecek.
TOMA''lar burada, görüntü burada, biber gazını üreten firma burada ama hâlâ bir açıklama yok!