Unutmayın: "Milli İrade" minareyi yasaklamıştı

00:0030/06/2013, Pazar
G: 9/09/2019, Pazartesi
Kürşat Bumin

Semih İdiz Taraf"ta yayımlanan son yazısında (niçin haftada bir, daha çok olmalı) çok önemli bir noktaya dikkat çekiyordu. "Milli İrade" denilen ve memleketimizde "her derde deva" olarak kendisine atıfta bulunulan (mucidi Rousseau"yu pişman ettirircesine!) kavramdan söz ederken Batı"da bu sihirli formülün sırasında İslamofobi çerçevesinde kullanıldığını hatırlatıyordu. İdiz, bu hatırlatmayı yaparken –malum olduğunu düşündüğünden olacak- konuya ilişkin örnekler vermiyordu. Yazarın vermediği örneklerden

Semih İdiz Taraf"ta yayımlanan son yazısında (niçin haftada bir, daha çok olmalı) çok önemli bir noktaya dikkat çekiyordu. "Milli İrade" denilen ve memleketimizde "her derde deva" olarak kendisine atıfta bulunulan (mucidi Rousseau"yu pişman ettirircesine!) kavramdan söz ederken Batı"da bu sihirli formülün sırasında İslamofobi çerçevesinde kullanıldığını hatırlatıyordu. İdiz, bu hatırlatmayı yaparken –malum olduğunu düşündüğünden olacak- konuya ilişkin örnekler vermiyordu. Yazarın vermediği örneklerden birisini "Milli İrade"nin nelere kadir olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayacağını düşünürek vermek isterim.

Hatırlıyorsunuzdur, 2009 yılının son aylarında İsviçre bir "minare krizi"ne sahne olmuştu. "Minaresiz cami" tezinde ısrarlı olan halk da (yani "Milli İrade"!) bu krize çözüm bulsun diyerek sandık başına çağırılmıştı. Bu yönde düzenlenen "referandum"un sonucunu da hatırlatayım: "Milli İrade"nin yüzde 57"si "camiye evet minareye hayır" şeklinde irade beyan etmişti.

Konuyu "referandum" günlerinde ben de köşeme taşımış, "Medeni hukuk"unu transfer ettiğimiz medeni bir ülkenin" milli iradesinin bu zamanda bu derece bağnazca bir karara varmasını ben de kınamıştım.

İsviçre "Milli İradesi"ni bu kötü yola düşüren siyaset "aşırı sağ"dı. Yani "minare yasağı"nı tek başına "İslam karşıtı" bir toplumsal ruh halinin sonucu olarak yorumlamak hiç değilse eksik bir bakış açısının ürünüydü. Yanlıştı, çünkü bu "yasak" da asıl olarak "siyasal" nitelikteydi. "Aşırı sağ"ın ne tür bir şey olduğunun anlaşılması bakımından bir kere daha iyi bir örnek ile karşı karşıyaydık. Biliyorduk zaten; "aşırı sağ" böyle bir şeydi. Toplumların "derin" olarak nitelenen bölümünün rahatsızlığı, güvensizliği, hiddeti ve nihayet şiddeti ile beslenen bir cenahtı bu. İşini kaybetmişsen bu sonuç "onlar"ın, yani senden bir biçimde farklı olanların eseriydi; güvenlik sorunları yaşıyorsan bu da "onlar" yüzündendi... Biliyorsunuz zaten: bir ülkede siyasetin diline "onlar-bunlar" gibi işaret zamirleri yerleşmeye başlamış ise çoğulculuk açısından tedirgin olmamak elde değildir.

"Referandum"un sonuçları ilan edildiğinde Levent Köker de bir yazısında –kendisi telaffuz etmese de- dolaylı yoldan bu soruna, yani -tecrübeyle sabit olduğu gibi- "Milli İrade"nin yolunu şaşırdığı durumlara dikkat çekiyordu.

Köker, "minare yasağı"ndan çıkarılması gereken dersleri sıralarken önce şu dersten söz ediyordu: "Dolayısıyla, "minare yasağı" vesîlesiyle öğrenmemiz gereken ilk ders, bir dinin veya inanç sisteminin gereklerinin ne olduğu hususunda karar verirken asıl merciin o dine veya inanca bağlı olanlardan oluştuğudur."

Yerinde bir "ders" doğrusu; Büyük çoğunluğunu Hıristiyanların oluşturduğu "Milli İrade"ye Müslümanların haklarını oylatırsan, sonuç tabii ki yüzde 57 evet yüzde 43 hayır çıkar… Bu tespiti özneleri değiştirerek çeşitleyebiliriz tabii ki…

Köker"in sıraladığı derslerin ikincisi konuyu gerçek anlamıyla "hukuk devleti" bağlamında değerlendiren türdendi. ("Hukuk devleti" denilince -bizde özellikle son haftalarda anlaşıldığının aksine- sözü edilen bu devletin koruması gerekenin "devlet" değil "vatandaşlar" olması gerektiğini unutmamalıyız.)

Köker: "İkinci ders, din ve inanç hürriyeti ile ilgili olanlar da dâhil olmak üzere tüm insan hakları ve temel hürriyetler ile ilgili konularda hürriyetlerin sınırlarının halkoylaması veya en demokratik yolla seçilmiş olsa bile, temsilî organlar eliyle belirlenemeyecek niteliklerinin olduğudur. Bir diğer deyişle, her ne surette olursa olsun, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılamayan ve dolayısıyla bırakın oylamayı, tartışma konusu dahi yapılamayacak muhteva unsurları vardır. Minare yasağı, nelerin tartışma ve oylama konusu yapılamayacağı konusunda bir açıklık kazanmamıza vesîle olmuş olmalıdır."

Levent Köker"in %57/43"lük skoru değerlendirirken yasağa karşı çıkan Müslüman olmayan İşviçrelilerin hakkını teslim etmeyi unutmadığını da görüyoruz:

"Burada ilk göze çarpan husus, bir referandumla kabûl edilmiş olsa da, İsviçre hükûmetinin bu yasağa karşı olmasıdır. İkincisi, ­ Müslüman olmayan İsviçrelilerin oluşturduğu ve yasağa açıkça karşı çıkarak, çağdaş ölçüler içinde çokkültürcü bir Avrupa demokrasisinden yana tavır koyan bir sivil toplum mücadelesi söz konusudur. Bu mücadele, "minare yasağına hayır" diyen yüzde 43"lük azımsanmayacak bir kitle yaratmıştır. Bunlar, İsviçre hakkında toptancı yargılara varmadan önce dikkate alınması gereken hususlar olduğu kadar, genel olarak bu yasak üzerinden Avrupa ve Batı hakkında düşünce geliştirmekte de bizi dikkatli olmaya çağıran noktalardır."

Bu hatırlatma da önemli, çünkü sonuç olarak –sırasında- "Milli İradeler"in kendini kaybedip "sandık" yoluyla hak ve özgürlükleri sandığa sokmaya yönelmeleri karşısında çokkültürcü bir anlayışla özgürlükleri savunan –ve "Milli İrade" kavramı içine sığmayan- bir "sivil toplum" da vardır.