Semih İdiz:“Sonunda, Rasmussen krizi çerçevesinde, dışarıda Türkiye''nin AB perspektifinden hemen hemen hiç söz edilmezken, Roj TV meselesi de ''ikincil konumda'' ele alındı. Esas üzerinde durulan ise Erdoğan''ın karikatür krizi bağlamında Rasmussen hakkında söyledikleriydi.”Milliyet yazarı haklı; bence de “dışarıda”ki durum böyleydi. Nedenini nasıl yorumlarsanız yorumlayın ama durum böyleydi.Çünkü 30 Eylül 2005''de bir Danimarka gazetesinde yayımlanan karikatürler bütün dünyaları günlerce meşgul
Semih İdiz:
“Sonunda, Rasmussen krizi çerçevesinde, dışarıda Türkiye''nin AB perspektifinden hemen hemen hiç söz edilmezken, Roj TV meselesi de ''ikincil konumda'' ele alındı. Esas üzerinde durulan ise Erdoğan''ın karikatür krizi bağlamında Rasmussen hakkında söyledikleriydi.”
Milliyet yazarı haklı; bence de “dışarıda”ki durum böyleydi. Nedenini nasıl yorumlarsanız yorumlayın ama durum böyleydi.
Çünkü 30 Eylül 2005''de bir Danimarka gazetesinde yayımlanan karikatürler bütün dünyaları günlerce meşgul etmiş, “ifade özgürlüğü ve küfr” konusu hakkında fikir beyan etmeyen kalmamıştı. Konu Batı açısından yeni değildi kuşkusuz. Mesela İsa Peygamber''i konu edinen bazı filmlerin yarattığı yoğun tartışmalar. Ancak bu sefer iş değişikti, çünkü söz konusu karikatürler bu çerçeveyi aşarak İslamofobi dolayımıyla Avrupa''da giderek güçlenen “yabancı düşmanlığı” gibi tamamen politik büyük bir soruna da eklemleniyordu.
O günlerde ve sonrasında çokça yazıldığı gibi, “karikatürler”in meclisindeki sandalyelerin %13''ünü aşırı sağcı bir partiye kaptırmış bir ülkede -Danimarka- gündeme gelmesi tesadüf değildi. Parti başkanı Pia Kjaergaard''ın Müslümanları “kanser hücreleri”ne benzettiği bir ülkeden söz ediyoruz yani.
Krizin bu yönünü, yani “politik yönü”nü o günlerde de belirtmeye çalışmıştım. Krizin sadece birtakım kalemlerin İslam peygamberine hakaret eden çizgilerinden ibaret olmadığını, konunun -hatta- dinlerin kutsallarına yönelik aşağılayıcı söz ve tavırlardan (küfr) hareketle de anlaşılamayacağını, önümüzdeki meselenin Avrupa''da yaşayan milyonlarca Müslümana yönelik ırkçı temelde “politik” bir anlayışın sonucu olduğunu hatırlatmaya çalışmıştım.
“Rasmussen krizi” dolayısıyla “karikatür krizi” dosyasına dün yine göz attım. Bu vesileyle o sıcak günlerde karşılaşmadığım bir takım yeni bilgilere de ulaştım.
Mesela Almanya''nın muhafazakar gazetesi Die Welt''de olay henüz tazeyken yer alan bir yorum. “Karikatürler”i onaylamadığı anlaşılan gazete soruyordu: “İyi ama Suriye televizyonu, hem de prime time''da, insan yiyen hahamlardan söz ederken imamlar susuyorlardı.”
Gazetenin verdiği bilgi doğru mudur bilmiyorum; ama eğer doğru ise yerinde bir eleştiri doğrusu…
“Karikatür krizi” çerçevesinde Danimarka çıkışlı ürünlere karşı İslam dünyasında başlayan boykot eylemi sırasında iki büyük Avrupalı şirketin verdiği şu ilanları da atlamışım:
Nestle, bir Arap gazetesinde şu “bilgilendirme”yi yayımlatmış: “Süt tozlarımız Danimarka''da üretilmediği gibi bu ülkeden ithal de edilmemiştir.”
Büyük mağaza zincirlerinden Carrfour''un Mısır''da bir süpermarketin kapısına astığı şu duyuru da hoşmuş doğrusu: “Değerli müşterilerimiz; Mısır İslam cemaati ile dayanışma içinde olduğumuzu bildirmek istiyoruz. Carrfour''da Danimarka ürünleri bulunmamaktadır.”
Görüyorsunuz, “kapitalizm”in gerçekten de “dini imanı” yok!
Şimdi de, “karikatür krizi”ni konu edinen yayımlanmış yazılarımdan bazı bölümler aktarmak istiyorum. Yeni yorumlar eklemedim, çünkü söyleyeceğim hemen her şeyi söylemişim zaten.
Şu alıntıyla başlayayım:
“Yani sonuç olarak: ''İfade özgürlüğü'' adı verilen özgürlüğün eli kolu her türden öğreti-anlatı karşısında serbestse de, bu özgürlük doğrudan, ülkende ya da ülkelerinde yaşayan Müslümanlara, Yahudilere, Hırıstiyanlara (…) yönelik incitici-aşağılayıcı bir ifadenin kullanılması söz konusu olduğunda işin rengi değişmektedir. Mesele bir ''kutsal'' karşısında takınılması gereken davranışların tartışılması (herkesin ''haddini bilmesi'') değil, bu ''kutsal''a laf söyletmek istemeyen insanların hakları ve onurlarıdır. Bu fark bir bakıma,''liberal'' değerlerin abc''sinden söz ederken ilan edilen özgürlüklerden birisi olan ''ifade özgürlüğü''nün kayıtsız şartsız savunulmasında ısrar eden anlayış ile somut biçimde karşımızda duran ''kimlikler'' karşısında bize en azından ''politik olarak doğru'' davranmayı emreden yeni siyasal tutum arasındaki farktır.”
Yarınki yazıda da kendimden “iktibas”a devam edeceğim.