Dicle"de neler olmuş bilen var mı?

00:009/05/2008, Cuma
G: 2/09/2019, Pazartesi
Koray Düzgören

1 Mayıs''ta ortaya çıkan polis şiddetini konuşmaya devam ediyoruz. Başbakan hala onca görüntüye, dünyanın görgü tanıklığına rağmen vali ve emniyet müdürünün kendisine verdiği yanıltıcı bilgilere inanıyor.“Polis haklıydı” diyebiliyor. “1 Mayıs''a katılanlar illegal örgüt mensuplarıydı. O nedenle onlara uygulanan şiddet mubahtır” demeye getiriyor.İçim sızlıyor aslında.Bu Başbakan, ülkedeki vesayet rejiminin hedefi olmuş, partisi haksız bir kapatma davasına muhatap olan, kendisi siyasetten men edilmek

1 Mayıs''ta ortaya çıkan polis şiddetini konuşmaya devam ediyoruz. Başbakan hala onca görüntüye, dünyanın görgü tanıklığına rağmen vali ve emniyet müdürünün kendisine verdiği yanıltıcı bilgilere inanıyor.

“Polis haklıydı” diyebiliyor. “1 Mayıs''a katılanlar illegal örgüt mensuplarıydı. O nedenle onlara uygulanan şiddet mubahtır” demeye getiriyor.

İçim sızlıyor aslında.

Bu Başbakan, ülkedeki vesayet rejiminin hedefi olmuş, partisi haksız bir kapatma davasına muhatap olan, kendisi siyasetten men edilmek istenen bir başbakan.

Ülkeyi içinden hiç çıkılamayan bir darbe sürecinde tutmayı başlıca hedefi sayan bu vesayet rejiminin cellatları kendisine ne yapmak istiyorsa sanki o da siyasi muarızları ya da öyle gördüğü kesimler için aynı şeylerin yapılmasını arzu ediyor gibi. Onlar ona yasakçı davranıyor o da kendisini destekleyenlerin dışındaki hemen her kesime…

Ne garip, ne anlaşılmaz bir ruh halidir bu…

Bunun artık konuşulacak bir tarafı da yok.

Buna rağmen Türkiye''nin çarkları işlemeye devam ediyor.

“Olması gereken de bu” diyeceksiniz. Bu işleyen çarkları devlet mekanizmasının rutin işleyişli olarak düşüneceksiniz. Ama öyle değil.

İşleyen çarklar Taksim''de işleyen çarklardan farklı değil. Taksim olayları çok gözönünde olduğu için hala tartışılıyor ama gözönünde olmayan o kadar çok olay cereyan ediyor ki bu memlekette.

Kanunsuzluğun, hukuksuzluğun, zulmün kol gezdiği bir memleket görüntüsü var. Görmek isterseniz eğer.

Bunlardan biri de Dicle Nehri''nde boğulan mültecilerle ilgili hikaye.

''Boğulanlar'' demem lafın gelişi. Dicle Nehri''ne atılanlar demek lazım.

Sağda solda toplu iğne başı kadar haberler çıktı ama görmemiş olmanız çok muhtemel. Hikaye şu: (İHD ve Mazlum-Der''in de içinde bulunduğu çeşitli insan hakları kuruluşları tarafından yapılan bir açıklamadan yararlanıyorum)

“Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, 23 Nisan 2008 günü hukuksuz şekilde, zorla sınırdışı edilirken Dicle Nehri''nde boğulduğu rapor edilen 4 kişiyle ilgili derhal bir açıklama yapmalıdır. Olayın sorumluluları hakkında vakit geçirmeksizin resmi soruşturma başlatılmalıdır.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği''nin (BMMYK) Cenevre''deki merkezinden 25 Nisan 2008 tarihinde yapılan yazılı açıklamaya göre, geçen Çarşamba günü (23 Nisan 2008) Türkiye devleti güvenlik güçleri tarafından kayıtdışı ve hukuksuz olarak Irak''a sınırdışı edilmek üzere Habur yakınlarında Dicle Nehri''ni yüzerek geçmeye zorlanan 18 kişiden 4''ü akıntıya kapılarak boğulmuş ve hayatlarını kaybetmişlerdir.

BMMYK''nın sağ kurtulanlarla yapılan ayrıntılı görüşmelere dayanarak yaptığı açıklamada, ölen 4 kişiden birinin BMMYK Türkiye Ofisi tarafından uluslararası hukuka göre “mülteci” olarak tanınmış bir Iran vatandaşı olduğu; ayrıca nehri geçmeye zorlanan 18 kişi arasında BMMYK tarafından “mülteci” olarak tanınmış aynı durumda 4 kişi daha bulunduğu bildirilmektedir. Bu kişilerin BMMYK''nın çabalarına rağmen hayatlarına kasteden bir biçimde, kayıtdışı ve hukuksuz olarak sınırdışı edildikleri anlaşılmaktadır.

Uluslararası hukuka göre “mülteci” durumunda bulunan kişilerin zulüm riski altında olacakları yerlere geri gönderilmemesi temel bir kaidedir. Ayrıca “mülteci” durumunda olsun olmasın, sınırdışı edilmelerine karar verilen kişilerin başta yaşam hakkı olmak üzere, ulusal kanunlar ve Turkiye''nin uluslararası insan hakları hukuku yükümlülüklerinden gelen temel hak ve güvencelerinin gözetilmesi, istisnaya yer olmayan yasal bir zorunluluktur. Sınırdışı uygulamaları ancak yasal ve resmi prosedürler dahilinde kayıtlı olarak gerçekleştirildiğinde meşru ve hukuki kabul edilebilir.

BMMYK tarafından uluslararası kamuoyuna duyurulan sözkonusu olayda, 18 kişinin hukuksuz ve kayıtdışı olarak, üstelik yaşamlarını tehlikeye atmak pahasına Dicle Nehri''ni geçmeye zorlanması ulusal ve uluslararası hukuk yükümlülüklerinin ciddi ve aleni bir ihlalidir. Ancak son dönemde Türkiye''nin hukuksuz sınırdışı uygulamalarındaki kaygı verici artış gözönüne alındığında, bu olayın şaşırtıcı olduğunu söylemek maalesef mümkün değildir.

Biz insan hakları örgütleri olarak İçişleri Bakanlığı yetkililerinin bu vahim olayla ilgili derhal resmi açıklama yapmalarını, ve sorumluların kanun önünde hesap vermesi için ciddi bir soruşturma başlatılmasını talep ediyoruz. Olayın takipçisi olacağız.

Malesef devletin güvenlik güçleri eliyle kayıp edildiği bildirilen 4 insan hayatının telafisi artık mümkün değildir; ama benzer bir insanlık utancının tekrar yaşanmaması için Türkiye demokratik kamuoyunu göreve çağırıyoruz.”

İnanılacak gibi değil, değil mi? Siz de eminim bu iddiaları okuyunca, “İnsanlık öldü mü?” diye bağırmış olmalısınız.

Elimde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği''nin raporu da var.

Şimdi merak ettiğim nokta şu:

Yetkililer bu cinayetlere ne diyecek? “Onlar yasa dışı mülteciydiler. Türk polisi, Türk jandarması kahramanca görevini yapmıştır” mı denilecektir?

Tıpkı 1 Mayıs''ta olduğu gibi.

Her ne denilecekse... Dünya Türkiye''den bir açıklama beklemektedir…