Şehrin dışında, bozulmamış haliyle göçebe hayatının nasıl olduğunu görmek istiyorum. Orta Asya milletlerinin çoğunun yaşadığı göçebe hayat, yani atalarımızın yaşadığı gibi.
Dolap anahtarından bozma bir kontak anahtarıyla çalıştırılan arabamız, iki saat boyunca toprak yoldan gitti. Uçsuz bucaksız steplerde, tek bir ağacın olmadığı, dağların, düzlüklerin ve rüzgarın hüküm sürdüğü yerlere geldik.
Eski dönem haritalarda Orta Asya gösterilirken çizilmiş şekillere benziyor. Yüksek olmayan dağlar, tepeler ve düzlükler.
Uzakta beyaz çadırlar var. Bunlar göçebe Kazakların yazlık çadırları. Moğolistan’ın batı ucunda, Kazakistan sınırında, Tulba Gölü civarındayız.
Koyun ve at besleyip, yazı burada, kışı başka yerde geçiriyorlar. Koyunlar doğuracağı zaman bir daha göçüyor, her gittikleri yerde harika görünümlü, içi geniş, tepesinden açılıp kapanır penceresi olan aydınlık çadırlarını kuruyorlar.
Belki de yüzlerce yıldır aynı tür çadırı yapıyor, koyun besliyor, at biniyor, sütünü sağıp yiyeceklerini yapıyorlar. Bir de kartal ehlileştirip, tilki avlıyorlar.
Aradıklarım bunlar. Şehirden çok uzakta bozulmamış, sanki tarihin derinliklerinde yaşarken karşılaştığımız atalarımıza benziyor.
Büyük Kavimler Göçü olmadan, Türkler büyük yürüyüşlerine başlamadan önce tam olarak böyle yaşıyorlardı demek.
Çadıra buyur ediyor bizi ailenin yaşlı üyesi. Geleneksel misafirperverlikle, anne ve gelin hemen sofra kuruyor. Yemektekileri tek tek not ettim.
Akçay (sütlü çay, şekersiz hafif tuzlu), koyun sütü, sarımay (tereyağ), Bağursak (uzun ömürlü yağlı ekmek), Kurt (kurutulmuş süzme yoğurt), İrimçik (peynir), Sağumal (attan ilk sağılan süt), kımız (fermante edilmiş at sütü).
Hayvan ürünlerinden oluşan bu yiyeceklere şekerleme ve gofret eklenmiş. Sabah ve öğle bunlar yeniyor. Akşam ise haşlanmış koyun eti.
Çadırın içinde bir soba yanıyordu. Duvarlara geyik, aslan, kartal motifli kilimler asılmış. Onların yanına siyah beyaz fotoğraflar, baba yadigarı kama, at eyeri, kemer, fişeklik, durmuş bir saat…
Daha sonra gittiğim birçok çadırda manzara aşağı yukarı aynıydı. Bir göçmen Türk’ün çadırı belki de yüzlerce yıldır değişmiyor.
Çağ değişmiş, teknoloji gelişmiş, insanlık başka bir yere gitmiş ama Orta Asyalı çocukların hayatı çok da değişmemiş.
Modern yaşamın bazı araçlarını entegre etmişler kendilerine. Küçük bir güneş enerji paneli dikmişler çadırın yanına. Ondan elektrik elde ediyorlar. Cep telefonları var. Çeken yere gidip konuşuyorlar.
Bir tanesi dertli dertli anlatıyor, “interneti keşfetti çocuklarımız. Facebook’a girip yeni şeyler öğreniyorlar. Hayatları alt üst oluyor. Özeniyorlar gördüklerine. Burada olmayınca çok ciddi sıkıntılar çekiyoruz.”
Bazılarının eski de olsa araçları var. Nadiren şehre gidip, ellerinde olmayan ihtiyaçlarını alıyorlar.
Şiddetli kış olduğunda köye gidip evde kalıyorlar. Ancak evin yakınına çadırlarını kurup yine de orada yatmayı tercih ediyor çoğu.
Tüm bu modern araçların eklenmesiyle gittikçe karışık hale gelmiş bir göçebe hayata dönüşüyor.
Meşhur Altay Dağları’nın eteklerinde yaşayan Kazak ve Türklerde bu karışıklık yok diyor bir tanesi. Onlar hiç bozulmadan hayatlarını sürdürüyor. Kabile, soy, boy, akrabalık eskiden kutsallık derecesindeydi. Şimdi biraz değeri düşmüş olsa da hala önemli.
Moğollar, Kazaklar, Türkler, Tatarlar, Kırgızlar… Oğuzlar, Hazarlar, Kıpçaklar… Bu coğrafyanın kadim milletleri. Onların ilk başlangıç yerlerinden birinde, göç yollarından birinin üzerinde duruyorum şu anda. Garip duygular içindeyim.
Toprak kuru, ottan başka tek bir bitki, ağaç yetişmiyor. Hava sert, yağmur ve kar az. “Biz malımızın (besledikleri hayvanlar) peşinden gideriz” diyor bir Kazak.
Koyun ve at onların hayatlarını sürdürmesi için bu topraklarda onlara hediye edilmiş sanki. Onlar için yaşıyorlar adeta. Mal otlakların peşinde, Orta Asya çocukları da onların peşinde tarihin her devresinde göçüp durmuşlar. Hayatta kalmak için göçüyorlar aslında. Sonra bu göçlere, siyasi nedenler, savaşlar, afetler eklenmiş.
Böyle bir yaşamdan gelip Selçuklu gibi, Osmanlı gibi medeniyetin temsil edildiği imparatorluklar kurmak, yerleşik hayata evrilmek hiç de kolay değil. Anadolu’da hala buradakiler gibi yaşayan göçer Türklere denk gelebilirsiniz.
Bir Kıpçak Türkü olan dedelerimden kalma hatıralar var zihnimde. Bizim evin duvarlarında da geyik motifli kilimler asılıydı. Dededen kalma bir kama vardı. Çayı şekerle içmezlerdi. Yoğurdu süzüp ‘kurut’ yaparlardı. Hayvan evin en kıymetli ögesiydi…
Sanırım bu kadar çok gezmeyi sevmem de o göçebelikten kalma bir alışkanlık olsa gerek!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.