Kültür yolunda şaşırtıcı bir dram

04:0024/04/2019, Çarşamba
G: 24/04/2019, Çarşamba
Kemal Öztürk

Her bahar, Nisan ayında dağlar çağırır beni. Dağların, ovaların, denizlerin fotoğrafını gördükçe, içim geçmeye, aklım orada kalmaya başlayınca anlıyorum, yürüyüş vaktim gelmiş.Neredeyse 15 yıldır böyleyim. 550 kilometrelik Likya yolunu tamamladım. Şimdi Karia yoluna başladım. Onun da yaklaşık 70 Km’sini bitirdim. Geriye 730 Km kaldı!Bu yıl planımda bir değişiklik yapıp, rotamı Kaz Dağları’na çevirdim. İki gün rüya gibi güzel, akıl almaz temiz havada yürüyüşler yaptım.Sonra buraya yakın, Çanakkale


Her bahar, Nisan ayında dağlar çağırır beni. Dağların, ovaların, denizlerin fotoğrafını gördükçe, içim geçmeye, aklım orada kalmaya başlayınca anlıyorum, yürüyüş vaktim gelmiş.



Neredeyse 15 yıldır böyleyim. 550 kilometrelik Likya yolunu tamamladım. Şimdi Karia yoluna başladım. Onun da yaklaşık 70 Km’sini bitirdim. Geriye 730 Km kaldı!

Bu yıl planımda bir değişiklik yapıp, rotamı Kaz Dağları’na çevirdim. İki gün rüya gibi güzel, akıl almaz temiz havada yürüyüşler yaptım.

Sonra buraya yakın, Çanakkale Ayvacık yakınlarında Truva Kültür Yolu’ndan haberdar oldum. Yolu keşfeden Rehber İlhan Varlık öyle güzel anlattı ki buraları, iki gün de burada yürümeye karar verdim.

Amacım her zamanki gibi tek başıma yürümek, sakinleşmek, muhasebe yapmak, düşünmek ve doğayı keşfetmekti.

Lakin karşılaştığım bir manzara bütün planlarımı değiştirdi.

BOŞ MÜLTECİ KAMPINDA RUHLAR DOLAŞIYOR SANKİ

Yürüdüğüm yol, dağların arasında, patika şeklinde açılmış ve işaretlenmiş bir kültür yoluydu ama burası aynı zamanda göçmenlerin Midilli adasına kaçış yoluydu. Behramkale’de (Asos) başlayan yolda, bir süre sonra sağa sola atılmış giysiler, ev eşyaları, ayakkabılar görmeye başlayınca şaşırıyorsunuz.

Lakin asıl şaşılacak şey, yürümeye başladıktan iki kilometre sonra sol tarafınızda karşınıza çıkıyor. Ağaçların arasında terk edilmiş küçük bir mülteci kampı.

Uzaktan gördüğümde irkildim doğrusu. Sonra yürüyüşü bırakıp, bu terk edilmiş kampa gittim. Burası mültecilerin lastik botlara binip, Türkiye’den ayrıldıkları sahilden önceki son kaldıkları yer.

İnsan kaçakçıları mültecileri tepedeki bu yere getiriyor, sonra aşağıya sahile indiriyor, burada şişme botlar, zodiak botlara bindirip, sonra Milli adasına doğru gönderiyor. Midilli’ye derken aslında çoğunu ölüme gönderiyorlar. Oracıkta o botların nasıl kullanıldığını, Arapça bilmeden hemencecik göçmenlerden birine öğretiyor ve şimdi yürüdüğüm bu kültür yolundan geri dönüp, sırra kadem basıyor insan kaçakçısı.



OYUNCAKLAR, ÇOCUK AYAKKABILARI, KADIN KIYAFETLERİ

İnsan kaçakçıları bota binmeden ellerindeki tüm eşyaları bırakmalarını istediğinden, her şeyi buraya bırakmak zorunda kalmış mülteciler. Şimdi gördüğüm eşya enkazı ya da enkaz tepesi o şişme botlara binip ölüme giden insanlara ait.

Kaç yıldır böyleler... Yağmur, kar, çamur eşyaları çürütmüş, taşlaştırmış ve oracıkta hayalet bir mekana dönüştürmüş.

En çok ayakkabılar dikkatimi çekti. Çocukların, kadınların, büyüklerin ayakkabıları. Onları neden bırakmışlar acaba? Suya düşerlerse batmasınlar diye mi? Bilemedim.

Sırt çantaları da çoktu. Her türden kıyafet… Çürümüş bir Dolce Gabbana montun düğmelerini söküp aldım yanıma. Gerçek olmayan bir hayatın, montu da gerçek değil tabi ki.

Pembe bir çocuk havlusu... Yanı başında pembe bir çocuk spor ayakkabısı. Naylondan yapılmış çadırımsı bir yerin kenarında duruyor.

ÖLÜM BOTLARINA BİNENLER

Göçmen aileler kadınlı, çocuklu gelmişler buraya. Ve öylece binmişler o ölüm botlarına. Çoğu yüzme bilmiyor. Yol kenarlarında o botları şişirdikleri plastik pompalar var.

Buraların rüzgarı sert olur. Dolayısı ile denizi de hırçındır kışın. Öyle gecelerde bile denize açılmışlar göçmenler. İşte haberlerde öylece okuyup geçtiğimiz boğulan göçmen hikayelerinin bir kısmı işte tam burada oluyor.

Boğulanlardan bazılarının cesedi geri bu kıyılara vurmuş. Buradaki köylülerden ürkütücü hikayeler dinliyor insanlar. Balıkçılar belki de bu drama en çok şahit olanlar.

Bu terk edilmiş, hayalet kampın ortasına oturdum. Binlerce insanın gelip geçtiği, eşyalarıyla birlikte sanki ruhlarını da bıraktığı bir yermiş gibi geldi bana.

Çocuk oyuncakları… sanırım en dramatiği onları görmek oldu. Bir minik elin tuttuğu bu bebek, bu araba, bu pembe fiyonklu minik terlik… nerede bu çocuklar şimdi? Kaçı kurtuldu, kaçı sularda boğuldu acaba?

BU ENKAZI GÖNÜLLÜLER KALDIRSIN

Suriye savaşının acısı hala sürüyor. Onun yarattığı dramın izleri ise, Halep’ten Ayvacık’a, Midilli’den Almanya’ya kadar büyük bir coğrafyaya saçılmış durumda. Tıpkı bu elbiseler gibi.

Bu enkaz neden kaldırılmadı acaba? Neredeyse 7-8 yıldır bu halde sanırım. Devlet yetkililerinden ziyade bence bir sosyal sorumluluk projesiyle bunların toplanması daha anlamlı olur. Böylece buraya gelen yüzlerce gönüllü, burada nasıl bir dramın yaşandığını gözleriyle görüp, ortalıkta gezen ruhları hissedebilirler.

Bu arada benim gördüğüm terk edilmiş göçmen kampı dramın en küçük parçalarından biri. Daha büyük, daha etkileyici çok sayıda terk edilmiş başka bölgeler de var.

Bizim unuttuğumuz ama izleri hala duran bir drama, bir kültür yürüyüşünde rastlamak şaşırtıcı oldu benim için.

Bu siyasi hengamenin arasında, insani bir şey paylaşmak istedim.

#Likya Yolu
#Karia Yolu
#Yürüyüş
#Mülteci Kamp