Atatürk’ü korumak

04:008/11/2017, Çarşamba
G: 18/09/2019, Çarşamba
Kemal Öztürk

O zamanlar bizim camianın en önemli dergilerinden biri, Girişim dergisiydi. Fikir ve düşünce alanında çok güçlü makaleler burada yayınlanır, muhafazakar entelijansiyanın tartışma platformu görevini yürütürdü.O dergide yazı yazan onlarca isim, sonradan Türkiye siyasetinde bakan, milletvekili oldu, entelektüel dünyada, akademilerinde çok önemli görevler üstlendiler. Girişim bir okuldu bizim için.GENÇ YAŞTA SORGUYAÇEKİLMEK1991 yılıydı ve ben genç, heyecanlı bir yazar adayı olarak, bu dergide yazacağım

O zamanlar bizim camianın en önemli dergilerinden biri, Girişim dergisiydi. Fikir ve düşünce alanında çok güçlü makaleler burada yayınlanır, muhafazakar entelijansiyanın tartışma platformu görevini yürütürdü.

O dergide yazı yazan onlarca isim, sonradan Türkiye siyasetinde bakan, milletvekili oldu, entelektüel dünyada, akademilerinde çok önemli görevler üstlendiler. Girişim bir okuldu bizim için.


GENÇ YAŞTA SORGUYA
ÇEKİLMEK

1991 yılıydı ve ben genç, heyecanlı bir yazar adayı olarak, bu dergide yazacağım için çok mutluydum. Girişim dergisinin on yıllık tarihinde ilk defa kara mizah yazılar yayınlanacaktı. Bana böyle bir köşe verdiler.

İlk yazı büyük ilgi görmüştü. İkinci yazım yayınlanınca kendimi savcının karşısında buldum. Emekli büyükelçi rahmetli Coşkun Kırca, Cumhuriyet gazetesinde Atatürk’le ilgili bir yazı yazmıştı. Yazıda “Atatürk, zarif ve şaşmaz bir çapkındı” diye bir cümle yer almış, ben de bunun üzerinden bir kara mizah makalesi yayınlamıştım.

“Bu bir ihbardır” diye başlık koymuş, Kırca’nın “çapkın” diyerek Atatürk’e hakaret ettiğini yazmıştım. Mizah yapıyorduk tabi. Lakin basın savcısı Coşkun Kırca değil de, benim hakkımda soruşturma açtı.

İşte o zaman Atatürk’ü koruma kanunuyla tanıştım. 5186 Sayılı konuna göre Atatürk’e hakaret eden benmişim gibi soruşturma geçirdim. Çiçeği burnunda bir genç yazar olarak çok korktum. Tabi takipsizlikle sonuçlandı.

Lakin o günden sonra tüm yazılarım didik didik edildi savcılar tarafından. Sonunda ‘Rahmetli’ isimli bir mizah kitabımdan hakim karşısında çıktım. Bu sefer Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiğim iddiasıyla yargılandım ve mahkum oldum. Kitabım piyasaya çıkmadan matbaadan toplatıldı. O savcılar ve hakimler bugün olsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan için yazılan yazıların tümünden yüzlerce insanı mahkum etmesi gerekirdi.

MUHAFAZAKAR CAMİANIN
ATATÜRK ELEŞTİRİSİ

Atatürk hakkındaki düşüncelerim o zaman klasik dindar, muhafazakar camianın genel geçer fikirlerinden farklı değildi.

Daha sonra 1998 yılında, Prof. İsmail Kara’nın danışmanlığında, Kanal 7 için yaptığım ‘İlk Meclis’ belgeselinde, hem yakın tarih hem de Atatürk’le ilgili tüm fikirlerim değişti. O kadar çok kitap okudum ki, o dönemi rüyalarımda görecek kadar özümsedim.

O belgesel de RTÜK tarafından yasaklandı. Gerekçe İsmet İnönü ve Halide Edip’in hatıralarından alıntı yapmamdı. Şaşırmayın, bu hatıralar resmi tarih tezine aykırı bulunmuştu. Tüm kurumlar gibi, RTÜK de Atatürk’ü, rejimi koruma ve kollama görevini üstlenmişti. 28 Şubat’ın en çetin günleriydi. Şaşırmıyorduk doğrusu.

Lakin tüm bunlara rağmen, okudukça yakın tarih ve Atatürk’le ilgili öfkem artacağına, daha çok ayaklarımın yere bastığını hissediyordum.

İçinde bulunduğum camianın tarih yazıcılığı ve okuyuculuğunda sorunlar olduğunu düşünüyordum. Gereksiz bir duygusallık, öfke ve hamaset vardı. Sanırım bu nedenden olsa gerek, Prof. İsmail Kara’nın verdiği kitap listesinde muhafazakar camianın tarihçi ve yazarlarından çok az kitap seçilmişti.

Sol kesimin, özellikle Birikim/İletişim çevresinin eleştirel yaklaşımı daha sağlıklı geliyordu bana. Mete Tunçay’ın
‘Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması’
kitabı mesela elimden düşmemişti.
Atatürk’ün özel yaşantısı, kişisel yönleri ya da fiziksel özelliklerine yönelik kulaktan duyma ağır eleştiriler yerine, kurduğu sistem, ideoloji, yakın çalışma arkadaşlarına yönelik tasfiye hareketleri üzerine bilimsel ve akademik eserlere ihtiyaç vardı aslında.

Atatürk’ün ve sonrasında İsmet İnönü’nün kurmaya çalıştığı yeni rejim ve yeni Türkiye ile ilgili sorunlar vardı. Sadece benim gibi muhafazakarların değil, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, milliyetçilerin eleştirileri vardı, ancak bunları dile getirmeleri çoğu kez mümkün olmuyordu.

AK PARTİ ATATÜRKÇÜLÜK MÜ YAPIYOR?

Atatürk’ü hakaretten korumakla, ‘eleştirilemez’ hale getirmek farklı şeylerdi. O zaman askeri rejimlerin ya da onların desteklediği iktidarların sahiplendiği, kimseye bırakmadığı bir Atatürk, başkalarına yabancılaşıyordu.

Topluma ve ülkeye yeni önermesi olmayan, yeni bir fikir ve sistem üretemeyen tüm kesimlerin yaptığı şey, Atatürk ve kurduğu sistemi yüceltmek, kutsallaştırmak olmuştur. Oysa muasır medeniyet seviyesinin ötesine geçmek, eskiyi kutsamak ve eleştirilmez hale getirmekten çok, onu geliştirmekle mümkün olabilirdi.

AK Parti iktidarlarının ilk yıllarında bu kampanyanın ne kadar yoğunlaştığını hatırlayınız. Buna öncülük eden CHP’nin tüm seçimleri kaybetmesi, sanırım bir anlam ifade etmiş olmalı ki, son seçimlerde CHP Atatürk, laiklik ve milli şef ideolojisini dile getirmez oldu.

Şimdi, ‘AK Parti Atatürkçülük yapıyor’ diye oldukça yoğun bir tartışma var. Atatürk’ü koruma kanunundan soruşturma geçiren ve mahkum olan insan sayısının fazlalığı da bu tartışmayı arttırdı. Bir de TBMM iç tüzüğünde yapılan değişiklikle Meclis içinde de Atatürk’ü koruma çabası daha da arttırılmış oldu. Öte yandan, AK Parti söylemlerindeki Atatürk vurgusunun artması da dikkat çekici. Yine de buradan CHP tipi bir Atatürkçülük yaptığı çıkmaz.

İNSANA HAKARET ACİZLİKTİR
Sonuç olarak, değil Atatürk’e, sıradan bir insana hakaret etmek bence fikri bir acizliktir. Fikir üretemeyen insan, hakaret üretir. Erdoğan’a “faşist diktatör” diyen CHP, bunun en tipik örneğini vermiştir bana göre.

Atatürk’ü koruma kanununun uygulamasında sorunlar vardı ve hala da var. Yine Atatürk’ü ve kurduğu sistemi hakkıyla eleştirmede de sorunlar vardı, hala da var. Otaya yolu bulmak ise ancak ilim, fikir ve akıl ile olabilir, koruma kanunlarıyla değil.

#Atatürk
#Türkiye
#Eleştiri