Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri suçlamasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri kararı çıkarılmasını talep etti. Yargıçlar Khan’ın bu talebini onaylarsa Amerikan müttefiki bir ülkenin siyasi liderlerine karşı alınan karar mahkemenin tarihine bir ilk olarak geçecek. Amerikan siyasetinin her iki kanadından muhtemel bir tutuklama kararına karşı lobi çabaları daha önce basına yansımıştı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri suçlamasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri kararı çıkarılmasını talep etti. Yargıçlar Khan’ın bu talebini onaylarsa Amerikan müttefiki bir ülkenin siyasi liderlerine karşı alınan karar mahkemenin tarihine bir ilk olarak geçecek. Amerikan siyasetinin her iki kanadından muhtemel bir tutuklama kararına karşı lobi çabaları daha önce basına yansımıştı. Amerikan siyasetçileri UCM üyelerine yazdıkları mektupta sadece kendilerine değil ailelerine de yaptırım uygulayacakları tehdidini savurmuştu. Başsavcının baskılara rağmen tutuklama kararı başvurusu Batılı ülkeler ve özellikle ABD açısından yeni bir sınav teşkil ediyor zira uluslararası hukuk ve düzenin savunuculuğunu başka aktörlere kaptırmakla karşı karşıya durumda.
Mahkemeye lobi yaptığı basına yansıyan Biden yönetiminin başsavcının talebine tepkisi de beklendiği gibi İsrail’i savunmak şeklinde oldu. Biden İsrail’de yaşananların kesinlikle soykırım olmadığını ve İsrailli liderlerle Hamas liderleri arasında eşitlik kurmanın kesinlikle kabul edilemeyeceğini söyledi. Biden son haftalarda Netanyahu’ya insani yardım konusunda hafif de olsa baskı yaptığını bazı silahların sevkiyatını askıya alarak göstermeye çalışmıştı. Ancak Refah’ın işgalini kırmızı çizgi ilan etmesine rağmen geçen hafta yeni 1 milyar dolarlık bir silah sevkiyatını onaylayarak ‘çevir kazı yanmasın’ politikasına dönen Biden yönetimi Netanyahu’ya anlamlı bir baskı yapmayacağını tekrar göstermiş oldu. Bu hafta da Başsavcı Khan’ın başvurusunu hararetli bir biçimde reddeden Biden yönetimi, bugüne kadarki İsrail’i uluslararası baskıdan koruma politikasına devam edeceğini gösterdi.
Başkan Biden UCM’nin muhtemel tutuklama kararına hukuki veya prosedürsel anlamda karşı çıkmakla yetinmeyerek İsrail’in Gazze operasyonlarının ‘soykırım olmadığını’ deklare etti. Washington, mahkemenin İsrail üye olmadığı için yetkisi olmadığını savunmakla yetinebilirdi zira ABD ve İsrail UCM’nin yetkisini tanımıyor ve mahkemenin kurulmasını sağlayan Roma Statüsü’nü kabul eden ülkeler arasında değil. Buna karşılık UCM Filistin Yönetimi’nin 2015’te mahkemenin yetkisini resmen kabul edip üye olmasına binaen işgal altındaki Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de yetki sahibi. Amerikan yönetimi resmen devlet olarak tanımadığı için Filistin’in UCM’ye üye olamayacağını savunuyor ancak mahkeme aynı görüşte değil ve mahkemenin kararları birçok Avrupa ülkesinin de aralarında bulunduğu üye ülkeler açısından bağlayıcı.
Biden yönetimi mahkemenin yetkisini tanımamakla yetinmeyip soykırım olmadığını ve varsa savaş suçu addedile-bilecek vakaların da İsrail’in iç hukuku tarafından soruşturulduğunu savunuyor. Amerika’nın gönderdiği insani yardımları bile yerine ulaştırmayan İsrail’in kendi güçlerinin işlediği savaş suçlarını soruşturabilme kabiliyetine inanmak ve bunu savunmak Biden yönetiminin sahadaki gerçekleri görmemeye ne kadar kararlı olduğunu gösteriyor. İsrailli liderlerin yanı sıra Hamas liderlerine karşı da çıkarılan tutuklama tavsiye kararını İsrail’le Hamas’ın aynı kefeye koyulması olarak gören yönetim, 7 Ekim saldırısının İsrail’e savaş suçu işleme hakkı verdiğini kabullenmiş görünüyor.
UCM’nin kararını ‘rezalet’ olarak nitelendiren Biden’ın kendi siyasi kaderini Netanyahu’nun siyasi kaderine bu kadar yakın biçimde bağlamasının büyük bir risk olduğu aşikâr. Bugüne kadar kendi partisi içinden gelen tepkilere rağmen İsrail’i desteklemeye devam eden Biden’ın Netanyahu konusunda Senatör Sanders gibi liderlerle de ayrı düşmesi dikkat çekiyor. Sanders 7 Ekim’i terör saldırısı olarak niteleyip Hamas’a karşı operasyonları meşru görmekle birlikte, İsrail’e maddi ve askeri desteğe karşı çıkıyor ve UCM’nin kararını da desteklediğini açıkladı. Demokrat Parti içindeki ilericiler üzerinde etkili olan Sanders’ın Biden’la bu kadar zıt biçimde ayrışmasının siyasi yansımaları Kasım seçimlerinde kritik etki yaratabilir.
Biden’ın uluslararası hukuk ve düzenden bahsederek Ukrayna savaşında Batı’yı Rusya’ya karşı bir araya getirdiği tabloyla İsrail’in Gazze savaşına her türlü desteği vererek uluslararası hukukun işletilmesine aktif biçimde karşı çıktığı tablo ağır bir tezat teşkil ediyor. Bu tezatın doğurduğu çifte standartın çok eski bir geçmişi var elbette ve uluslararası düzende güçlünün haklılığı esasının adaletten daha fazla işlediğini de biliyoruz. Ancak İsrail konusunda Amerika’nın bu kadar yalnızlaştığı ve bu kadar siyasi ve diplomatik yaratıcılıktan uzak kaldığı bir dönem yaşanmamış olsa gerek. Daha önceki Amerikan yönetimleri, izledikleri politikanın çerçevesini ve ulusal çıkarın parametrelerini Netanyahu’nun ve İsrail’e yakın lobi gruplarının belirlediği bir duruma düşmemişlerdi. Biden yönetiminin fiili olarak Batı’nın ‘ahlaki’ liderliğinden feragat ettiği bu sürecin kazananı Amerika’nın hasım veya rakip gördüğü Rusya ve Çin gibi güçler olacaktır.