G7 zirvesi sonuç bildirgesine baktığımızda, uluslararası sistemin farklı kriz alanları ve meydan okumalarına ilişkin geniş bir problemler listesi görüyoruz. Ukrayna’dan Tayvan’a, yapay zekadan enerjiye birçok sorunlu alanda nasıl hareket edeceklerini belirten liderlerin bu meselelerle ilgili farklı inisiyatiflere destek sözlerini okuyoruz. Ortak deklarasyonun bir seri iyi niyet beyanıyla dolu olmasına rağmen çözüme giden net öneriler olduğunu söylemek zor. Başka platformlarda daha önce üzerinde
G7 zirvesi sonuç bildirgesine baktığımızda, uluslararası sistemin farklı kriz alanları ve meydan okumalarına ilişkin geniş bir problemler listesi görüyoruz. Ukrayna’dan Tayvan’a, yapay zekadan enerjiye birçok sorunlu alanda nasıl hareket edeceklerini belirten liderlerin bu meselelerle ilgili farklı inisiyatiflere destek sözlerini okuyoruz. Ortak deklarasyonun bir seri iyi niyet beyanıyla dolu olmasına rağmen çözüme giden net öneriler olduğunu söylemek zor. Başka platformlarda daha önce üzerinde anlaşılan birçok inisiyatife referans verilmekle birlikte Ukrayna, Tayvan ve Filistin gibi kriz alanlarında kalıcı çözümü sağlayabilecek anlaşma önerilerine rastlamak mümkün değil. Bu durum Washington’ın kapsamlı stratejik politikalar etrafında somut çözüm üretmekte ne kadar zorlandığının ve Biden’ın küresel liderlik karnesinin zayıflığının çarpıcı bir göstergesi olarak öne çıkıyor.
İtalya’nın ev sahipliğinde zirveye katılan ülkelerin Ukrayna’ya 50 milyar dolarlık bir kredi açacaklarını ve bunun Rusya’nın Batı’da dondurulmuş olan mali kaynaklarının faizinden ödeneceğinin açıklanması zirve bildirgesinin ilk maddesiydi. Ukrayna’ya desteklerinin devam edeceğini vurgulayan liderlerin Rusya’nın nükleer tehdidinden rahatsızlık ifade etmeleri ve Çin’i Rusya’ya yardım konusunda uyarmaları, somut bir çözüm önerisine tekabül etmiyor. G7 liderleri ortaya bir barış planı koymak ve bu planı hayata geçirmek için Rusya ve Çin’e çağrı yapmak yerine daha önce bu ülkelere başka platformlarda yönelttikleri suçlamaların ötesine gitmediler. ‘Kurallara dayalı’ uluslararası sistemin tamamen işlevsiz hale gelmediği zamanlarda küresel liderler bu tür zirvelerde büyük anlaşmalar açıklar veya öneriler ortaya koyardı ancak artık o günlerin çok geride kaldığına şahit oluyoruz.
Amerika’nın liderliğinde 2. dünya savaşı sonrasında kurulan uluslararası sistemin en etkin kurumu olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, kriz bölgelerine müdahale konusunda büyük güçlerin aralarındaki müzakereler ve pazarlıklar sonrası adım atabiliyordu. Bunun en yakın örneklerinden birisi Libya müdahalesi olmuştu. Körfez ülkelerinin desteği ve baskısıyla ‘insani müdahaleye’ evet diyen Washington, Rusya tarafından operasyonu Kaddafi’nin devrilmesine dönüştürerek rejim değişikliği politikası izlediği şeklinde suçlanmıştı. Rusya’nın müdahale kararına onay verdikten sonraki tepkisi pek de iyi niyetli sayılmazdı ancak ABD’nin BMGK’dan karar çıkarmakta zorlanacağını gösteriyordu.
Daha önce İran yaptırımları konusunda Rusya ve Çin’i ikna edebilen ABD, BMGK’nın yaptırım kararı sayesinde İran’a baskı konusunda elini güçlendirebilmişti. Ancak Rusya’nın rejim değişikliğine gidecek yolu kapatma kararı, Suriye konusunda herhangi bir adım atılmasının önünü kapatmıştı. Takip eden yıllarda somut adım atma yeteneğini kaybeden bir görüntü arz eden BMGK, giderek işlevsizleşti. Öyle ki son yıllarda Amerika’nın Rusya ve Çin’le diplomatik müzakereye yeterince enerji harcadığını bile söylemek mümkün değil. Hatta Amerika’nın BM platformlarını Suriye ve Ukrayna gibi krizlerde çözüm üretme mekanizması haline getirmektense sorumluluğu Rusya ve Çin’e yıkarak ahlaki üstünlük mesajı vermekle yetindiğini gözlemledik.
Obama’nın Suriye’ye müdahale etmek istememesi ve Trump’ın uluslararası düzene şüpheci yaklaşımı Amerika’nın dünya liderliğinden feragat etmeye doğru evirildiğinin işaretleriydi sanki. 2016’da Trump’ın seçilmesiyle Amerika dünyaya uluslararası düzenin liderliği konusunda statükonun devam etmeyeceği mesajını verdi. ‘Kurallara dayalı’ uluslararası sistemin Amerikan halkının çıkarına olmadığını ve yeniden müzakere edilmesi gerektiğini savunan Trump, uluslararası sisteme şok etkisi yaratmıştı. Amerika’nın gerekirse NATO gibi sistemin en temel kurumlarından bile vazgeçebileceği sinyalini vermesi, Batılı ülkelerin dış politika ve güvenlik meseleleri üzerinde yeni arayışları tetiklemekle kalmayıp Amerika’nın küresel liderlik iddiasından vazgeçtiği şeklinde yorumlandı. Bu bağlamda seçilen Biden, ‘Amerika geri geldi’ deklarasyonuyla Amerika’nın liderlik iddiasından vazgeçmediği sözünü verdi.
Biden’ın ilk küresel liderlik testi Afganistan’dan çekilme konusunda yaşandı. Trump’ın Taliban’la yaptığı anlaşmayı kabullenip Batılı müttefikleriyle müzakere yerine onları sadece bilgilendirmeyi tercih eden Biden yirmi yıllık savaş sonrasında ülkeyi Taliban’a iade etmiş oldu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini Batı’yı tekrar ortak bir hedef etrafında bir araya getirmek için fırsat olarak değerlendiren Biden, Türkiye’nin hızlı ve somut bir barış için çabalarına destek vermediği gibi kendisi de bugüne kadar kapsamlı bir barış planı ortaya koyabilmiş değil. Ukrayna’ya destek ne kadar meşruysa Rusya’yı masaya getirecek bir plan ortaya koyarak Batı’yı bu planın etrafında birleştirmek de o kadar Amerikan liderliğinin gereğiydi aslında.
Tayvan konusunda da Çin’i sürekli uyaran ve Tayvan’ın yeni bir Ukrayna olabileceği mesajını veren Biden’ın, Çin’le kalıcı bir çözüm üretme çabasında olmadığını görüyoruz. Gazze meselesinde G7 liderlerinin de desteklediği ateşkes planı açıklayan Biden, ne İsrail’i ikna edebiliyor ne de İsrail-Filistin barışını sağlayabilecek kalıcı bir barış planı ortaya koyabiliyor. Bu örnekler, Biden yönetiminin birçok kriz alanında sınırlı inisiyatifleri destekleyen bir taraf olmaktan öteye geçerek liderlik ortaya koyamadığını gösteriyor. Büyük hikâyeyi demokrasilerle otokrasiler arasında mücadele olarak tanımlayan Biden’ın otokrasilerle nasıl mücadele edeceğine dair kapsamlı bir stratejisi yok. Parça parça yaklaşımların da yapay zekâ ve yenilenebilir enerji gibi küresel meydan okumalar veya Ukrayna ve Gazze gibi bölgesel krizlerde başarılı olma şansı son derece sınırlı. Amerikan politikasının İsrail konusundaki ‘ayrıcalıklı’ politikasının da meşruiyet krizine soktuğu Biden’ın küresel liderlik sınavını vermekte zorlandığı ve bunun ‘kurala’ dayalı uluslararası sistemi aşındırdığı açık.