Geçen hafta Demokrat Parti Kongresi’nin Amerikan siyasi gündemini tekeline aldığını ve Harris kampanyasının Filistin göstericilerine rağmen gövde gösterisi yapmayı başardığını söyleyebiliriz. Kongre sırasında 80 milyon doların üzerinde bağış toplayan Harris, toplamda yaklaşık bir ay içinde 540 milyon dolar bağışla rekor kırdı. Bu gidişle 2020 seçimlerinde bir milyar doların üzerinde bağış toplayan Biden’ı geçmesi şaşırtıcı olmayacak. Harris kampanyasının iddiasına göre bağışçıların üçte biri ilk
Geçen hafta Demokrat Parti Kongresi’nin Amerikan siyasi gündemini tekeline aldığını ve Harris kampanyasının Filistin göstericilerine rağmen gövde gösterisi yapmayı başardığını söyleyebiliriz. Kongre sırasında 80 milyon doların üzerinde bağış toplayan Harris, toplamda yaklaşık bir ay içinde 540 milyon dolar bağışla rekor kırdı. Bu gidişle 2020 seçimlerinde bir milyar doların üzerinde bağış toplayan Biden’ı geçmesi şaşırtıcı olmayacak. Harris kampanyasının iddiasına göre bağışçıların üçte biri ilk kez bağış yapıyorlar ve ayrıca 200 bin yeni gönüllü kampanyaya dahil olmuş durumda. Harris’in Demokratlar arasında büyük bir rüzgâr yakaladığını gösteren bu rakamlar, bir yandan da Amerikan siyasetinde paranın ve ultra zenginlerin rolünü tekrar gündeme getiriyor.
Yüzbinlerce küçük bağışçıyı harekete geçirerek seçim finansmanı konusunda adeta çığır açan Obama kampanyası internet ve sosyal medya üzerinden tabana ulaşarak geleneksel büyük bağışçıların etkisinin kırılabileceğini göstermişti. 2008’de Obama kampanyasının topladığı 750 milyon dolarlık rekor bağışın büyük bir kısmı 200 dolar ve altı bağışlardan oluşuyordu. Birkaç büyük donör yerine kitlelerden küçük bağışlar toplanması, toplam miktarla birlikte donör sayısının da önemini göstermişti. 5 dolar gibi çok küçük bağışlar bile önemli hale geldi zira bu sayede adaya popüler desteğin geniş kitlelere mal olup olmadığı görülebiliyordu.
Obama kampanyasının başarısı, siyaset finansmanında adeta devrim yaratırken tüzel kişiliklerin kampanya bağışlarında oynadığı sınırlandırılmış rol değişince ‘büyük para’ gruplarının etkisi tekrar gündeme geldi. Anayasa Mahkemesi’nin 2010’da aldığı meşhur ‘Citizens United’ kararı, paranın ve ultra zenginlerin Amerikan siyaseti üzerindeki etkisi açısından kritik bir dönüm noktası teşkil etti. Mahkeme, büyük şirketlerin bağımsız siyasi harcamalarının kısıtlanmasının anayasa tarafından garanti altına alınan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti. Daha önce şirket, sendika ve vakıf gibi tüzel kişiliklerin siyasi harcama yapması çok sınırlı biçimde mümkünken, bu karar sonrasında kurumların siyasi aksiyon komiteleri (PAC) üzerinden sınırsız harcama yapmaları mümkün hale geldi.
2016 seçimlerinde PAC’lerin ve kaynağı belli olmayan ‘kara paranın’ rolü tartışılırken, Trump’ın kampanyasını kendi cebinden harcamalarıyla yürüttüğü iddiası özel çıkar gruplarından bağımsız olduğu iddiasına kısmen de olsa meşruiyet sağladı. Bernie Sanders gibi adaylar küçük donörler sayesinde özel çıkar gruplarına ihtiyaçları olmadığını söyleyerek karşılık bulurken, Hillary Clinton’a bağış yapan varlıklı isimler zenginlerin çıkarlarını koruyacağı algısının sıklıkla işlenmesini sağlamıştı. Clinton’ın başkanlık münazarasında Trump’a vergi vermediğini söyleyerek yaptığı atak ters tepmişti. Trump, vergi vermemesinin zekasını gösterdiğini, vergi mevzuatını iyi bildiğini, mevzuatı Clinton gibi kurulu düzenden yararlanan siyasetçilerin de değiştirmeye yanaşmadığını söyleyerek cevap vermişti.
Pandemi bağlamında gerçekleşen 2020 seçimlerinde ise sosyal medya platformlarının ve bu şirketlerin sahiplerinin siyasi tercihleri tartışma konusu olmuştu. Facebook, Twitter ve YouTube gibi platformların aşı karşıtı içeriklerin erişimini sınırlaması, Rus dezenformasyonuyla yeterince mücadele etmediği eleştirilerinin baskısı altında bazı meşru içerikleri sansürlemeleri ve nihai olarak Başkan Trump’ı yasaklamaları teknoloji devlerinin siyasi etkilerini çok daha tartışılır hale getirmişti. İfade özgürlüğü ve içerik moderasyonu tartışmaları devam ederken, dünyanın en zengin iş insanı kabul edilen Elon Musk’ın Twitter’ı satın alması siyasi kampanyalar açısından yeni bir dönüm noktası haline geldi.
Kongre Mark Zuckerberg gibi teknoloji devi şirketlerin CEO’larını siyaset üzerindeki etkilerini masaya yatırırken, özellikle Cumhuriyetçi siyasetçiler muhafazakâr içeriklerin sansüre uğradığını savundular. Musk ve Zuckerberg gibi milyarderlerin sahibi oldukları sosyal medya platformları sayesinde siyasete etkileri, Soros, Koch ve Bloomberg gibi daha geleneksel isimlerin etkisinden daha da fazla hale geldi. Her iki partide de ultra zengin ve milyarder siyasetçiler 2024 seçimlerinde de son derece aktif ve gene bağış rekorları kırılmaya devam edecek. Ancak Musk ve Zuckerberg gibi isimlerin 2020’deki sansür suçlamalarından sonra çok daha fazla Cumhuriyetçilerin istediği bir noktaya geldiğini söylemek mümkün. Musk’ın Trump’a açık desteği son zamanlarda Twitter’ı muhafazakarların çok daha pozitif baktığı bir platform haline getirdi.
Amerikan siyasetinde büyük paranın etkisinin özellikle 2010 sonrasında önü alınamaz boyutlara ulaştığını söylemek mümkün. PAC’ler adayların kampanyalarına dışardan destek vererek büyük paralar harcıyor ve şeffaflık minimal seviyede. Her iki parti destekçilerinin de bu sistemi kullanıyor olması karşılıklı bir denge sağlıyor olsa da sosyal medya platformlarının kritik etkisinin daha farklı tezahür ettiğini söylemek mümkün. Harris kampanyasının özellikle TikTok’taki başarısı, Twitter’ın daha Trumpçı bir çizgiye kayması ve Facebook’la Instagram’ın Demokratlar lehine içerik moderasyonundan uzak durması bu seçim döneminin önemli hikayeleri olarak öne çıkıyor. Büyük platformların ve büyük paranın etkisi, Amerikan siyasetinin en önemli meselesi haline gelmiş durumda ancak artık her iki taraf da mevcut sistemi kullanarak lehine çevirmeye çalıştığı için bunların etkisini kırmaya dönük güçlü bir siyasi irade oluşmuyor.