Washington Post’ta yayınlanan bir görüş yazısında, ABD’nin İsrail’in nükleer kapasitesi hakkında artık gerçekleri konuşması gerektiği çağrısı yapıldı. Nükleer silahların yayınlaşması meselesinde uzman isimlerin imzasıyla yayınlanan yazıda, Amerikan devleti yetkililerinin 60 yıldır yürürlükte olan gizli bir başkanlık emri dolayısıyla İsrail’in nükleer silahlarının varlığını inkâr eden bir politika takip ettiği not ediliyor. Uzmanlar, bu politikanın İsrailli siyasetçilerin Gazze’de nükleer silah kullanma tehditleri savurduğu bir dönemde iyice anlamsız hale geldiğini ve Amerika’nın bölgesel çatışma senaryolarını sağlıklı bir şekilde çalışamadığını savunuyor. Bu tür bir çağrı ilk kez yapılmıyor olsa da, bu tür tartışmaların Amerikan kamuoyunda İsrail algısının değişmekte olduğunu ve Amerika’nın İsrail politikasının sorgulandığını gösterdiği söylenebilir.
İsrail’in nükleer silaha sahip olduğunu bilmeyen yok ve İsrailli siyasetçiler de sıklıkla bu kapasitelerini gururla öne çıkaran imalarda bulunmaktan çekinmiyorlar. Aşırı sağ siyasetçilerin Gazze’ye nükleer bomba atma gibi çağrıları dahi var. İsrail nükleer silaha sahip olmasına rağmen nükleer silahların yaygınlaşmasını engelleyen uluslararası anlaşmalara taraf olmasını gerektirecek bir pozisyona gelmek istemiyor. Bu konuda ‘ne doğrulayıp ne yalanlayan’ pozisyonunu resmi olarak koruyarak nükleer kapasitesine getirilebilecek sınırlamalarla muhatap olmaktan kaçınıyor. Aynı zamanda nükleer silah sahibi olduğunun bilinmesi sayesinde de gayri resmi olarak nükleer caydırıcılıktan faydalanmış oluyor. Nükleer silah sahibi olmanın yükümlülüklerini yerine getirmeksizin faydalarından yararlanan ayrıcalıklı bir konumu var İsrail’in. ABD ise Ortadoğu’da nükleer silahlanmayı engellemek adına İsrail’in bu ikircikli konumunu korumayı tercih ediyor.
Bu politika 1969 yılında Amerikan Başkanı Nixon’la İsrail Başbakanı Golda Meir’in gizli anlaşmasına dayanıyor. İsrail’in Soğuk Savaş’ta ABD’nin yanında yer alması karşılığında nükleer silahlarının gizliliği sağlanarak Arap devletlerinin Ruslardan bu kapasiteyi almaya çalışmasının önü alınmış oluyordu. Buna karşılık İran 1968’de imzalayıp 1970’de onayladığı Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması’nın (NPT) sağladığı haklardan yararlanırken getirdiği sınırlamalara da uyması gerekiyor. İran NPT’den doğan uranyum zenginleştirme hakkında ısrar ederken gizli nükleer aktivitelerinin ortaya çıkması uluslararası toplumun baskısına muhatap olması sonucunu getirmişti. Nükleer kapasitesini denetime açma konusunda da zorluk çıkaran İran’ın rejimine güvenmeyen Batı, uzun zamandır ‘nükleer krizi’ güvenceleri artırarak çözmeye çalışıyor. Senelerdir yaptırım ve baskıya maruz kalan İran’a karşın, Sınırlı Test Yasağı Anlaşması’na uymayarak 1979 yılında nükleer bir test yaptığı bilinen İsrail’in herhangi bir baskıyla karşı karşıya kalmaması önemli bir tezat teşkil ediyor.
İsrail’in nükleer güç olduğunun resmen kabul edilmemesi, İran’ın düştüğü durumdan imtina etmesini sağlıyor. NPT’ye imza atmamış olan İsrail’in ne uluslararası denetime açık olma ne de nükleer programıyla ilgili herhangi bir garanti verme zorunluluğu var. İsrail bu ayrıcalıklı konumunu ABD’nin de yardımıyla devam ettirirken, Netanyahu gibi siyasetçiler ABD’yi İran’ın nükleer kapasitesini tamamen yok etmeye ikna etmek için çalışmaya devam ediyor. Washington İran’la doğrudan bir savaşa girmekten kaçınıyor ancak Amerikan yasalarının gerektirdiği ‘İsrail’in askeri üstünlüğünü koruma’ ilkesi doğrultusunda her türlü askeri yardımı vermeye devam ediyor. Öte yandan İran’ın nükleer silah eşiğine gelmiş olması ve tek eksiğinin nükleer silah için siyasi karar olduğu da biliniyor. İran’ın bu kararı alması, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin de nükleer silah edinme çabasını tetikleme ihtimali yüksek. İran’ın nükleer güç haline gelmesi Rusya ve Çin’le de arasını bozarak yoğun bir uluslararası baskı yaratacağı için İran bu eşikte kalmayı tercih ediyor.
İsrail kendi özel konumunu koruyarak İran’ın avantajlı konumunu sona erdirmek istiyor. ABD bunu askeri müdahale ile gerçekleştiremeyeceğinin farkında olduğu için müzakere yoluyla İran’ın kapasitesini kontrol altında tutmak istiyor ancak bu politikanın da başarılı olmadığı ortada. ABD’nin İsrail’in nükleer programını yok saymaya devam etmesi İran’la müzakerelerdeki gücünü de azaltıyor aslında. İran’a İsrail’in nükleer duruşuyla ilgili herhangi bir garanti veremeyen Washington, Tahran’ın nükleer caydırıcılık peşinde koşmasını da engelleyemiyor. Diğer bir deyişle, ABD’nin İsrail’in nükleer meselede ayrıcalıklı konumunu korumaya devam etmesi, İran nükleer müzakerelerinin de altını oyuyor. Amerikan devletinin İsrail’in nükleer programının varlığını resmen kabullenmesi elbette kolay değil ve ciddi legal sonuçları olacak bir adım olur. İsrail’e bu kadar destek veren Biden’ın böyle bir siyasi adım atması çok zor ancak ABD’nin bölgesel politikasının yeniden tasarlanabilmesi açısından da kritik önemi haiz.
İsrail’in nükleer kapasitesinin nispeten az da olsa Amerikan kamuoyunda tartışılmaya başlanması, Gazze krizi sonrasında İsrail’in ABD’ye ürettiği siyasi maliyetin verdiği rahatsızlığı da gösteriyor. Savaş suçları ve soykırımla suçlanan İsrail’in Amerikan liberallerini çok zor durumda bıraktığı ve bunun İsrail’le ilgili her konunun tartışılması sonucunu getirdiği söylenebilir. Amerikan devletinin Ortadoğu’da gerçeklere dayanan ve ideolojik saplantılardan uzak bir politika oluşturabilmesi, İsrail’le ilişkisinin her boyutunu sorgulayabilmesine bağlı. Seçim senesinde böyle bir hesaplaşma mümkün görünmüyor ancak ABD’nin İsrail politikasının ciddi bir sorgulama dönemine girdiğini söyleyebiliriz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.