Kuşatmayı kaldırırken…

04:006/02/2018, Salı
G: 18/09/2019, Çarşamba
İsmail Kılıçarslan

Hani ayıp olmayacağını bilsem, Ercan Yıldırım’ın “İslamcılık, Maturidilik, Hanefilik” başlıklı nefis yazısını buraya olduğu gibi alıntılayıp “benim de bu konulardaki görüşüm böyledir” deyip bırakacağım.Yazı öncelikle, Türkiye’de hep gündemde olan ve bir türlü adam gibi tanımlanamadığı için sürekli “körün fil tarifi”ne benzeyen İslamcılık meselesini gayet güzel tanımlıyor. Birlikte okuyalım: “İslamcılar en başta bilginin kaynaklarını tartışmaya açtı; geleneksel düşünme biçimlerine sert muhalefet

Hani ayıp olmayacağını bilsem, Ercan Yıldırım’ın “İslamcılık, Maturidilik, Hanefilik” başlıklı nefis yazısını buraya olduğu gibi alıntılayıp “benim de bu konulardaki görüşüm böyledir” deyip bırakacağım.


Yazı öncelikle, Türkiye’de hep gündemde olan ve bir türlü adam gibi tanımlanamadığı için sürekli “körün fil tarifi”ne benzeyen İslamcılık meselesini gayet güzel tanımlıyor. Birlikte okuyalım: “İslamcılar en başta bilginin kaynaklarını tartışmaya açtı; geleneksel düşünme biçimlerine sert muhalefet ederek pasif, tümel, kaderci yaklaşımları, inançları, yöntemleri açıkça reddetti. İslamcılık bir bakıma Maturidiliğin, Hanefiliğin dinamik, eyleme dayalı, iradeyi, hürriyeti, aklı öne çıkaran söyleminin gerilerden alınıp öne çıkarılması, Batı'nın ataklarına, devlet aklına, millet hayatına getirilmesi çabasıydı. İslamcılık sadece İslam birliği fikriyatının peşine düşmedi; aynı zamanda itikat, ibadet, muamelat konularında zihni değişimler, çağın gereklerine uygun dönüşümler teklif etti.”

Öyledir. İslamcılığın politik köklerinde “Müslümanlar, kendileri hakkındaki kararları verebilecek güçte bir insan topluluğudur” fikri vardır. Bu fikir ancak, Arap coğrafyasında fazlasıyla kanıksanmış “kaderciliğe” karşı çıkışla mümkün olabilir. Dikkat isterim. Kadere değil, kaderciliğe karşı koyuş.

Bu noktada devreye Maturidi/Hanefi ekolün aklı girdi işte: “İnsan bir fiile yönelir, fakat onu yaratan Allah’tır.” “Yahu bu elbette böyledir” diyorsan Maturidi/Hanefi aklın bir takipçisisin demektir. Ancak bunun böyle olmadığını düşünenler de var malum. İnsanın tüm fiillerini kendisinin yarattığını söyleyenlerle tüm fiillerimizi tercihlerimizden bağımsız olarak Allah’ın yarattığını düşünenler arasındaki denge noktasının adı Maturidi/Hanefi akıldır.

Tam burada karşımıza şu çıkıyor: “İnsan, her şeye güç yetiremez, ancak güç yetirebildiğinden de sonuna kadar sorumludur.” Bu muazzam cümle hem kaderciliği hem de sorumsuzluğu ortadan kaldırarak Müslümanları dünya hakkında tam bir sorumluluk duygusuyla donatır.

Yazıdan bir paragraf daha okuyalım: “İslamcılar, Müslümanlar için yeni bir yorum ve yol açmayı hedefler... Rehber olarak selefilik gibi sadece nakli almaz, Kur’an ve Sünnet’in yanında akla da yönelir. İslamcılık tabiatı, dünyayı, teknolojiyi felsefi bir hakikat olarak düşünme fikrine sahipti, bu girişim ne yazık ki sistemleştirilemedi.”

Bugün Türkiye’de ve dünyada meselemiz biraz da şudur. İslamcılığın önerdiği düşünsel ve politik akıl ne yazık ki FETÖ ile DAEŞ arasına sıkışıp kaldı. Tevekkül, tefekkür, kader, amel-iman ilişkisi ve benzeri alanlarda sürekli savrulmalar, sıkışmalar, gereksiz açılımlar yaşamamız biraz da bundan.

Ne demek istiyorum? Şunu: Bugün bir tarafta kendisine “Sünniliğin asıl temsilcisi” payesini layık gören kimi hocalarımız var. Kendilerine “Sezai Karakoç okumak caiz mi?” diye sorulduğunda “böyle saçma sapan sorular sormayın” cevabını vermek yerine “içeriğine yüzde yüz tamamdır diyemem, ama okunmasında bir beis yoktur” cevabını veren, böylelikle kolumuzu, kanadımızı, umudumuzu yerle bir eden bir “tutulma biçimi” bu Sünnilik.

Diğer bir taraftaysa “bize Kur’an yeter” cümlesini kendisine siper edinerek dini “salt entelektüel bir alan” olarak tanımlamaya çalışan hödüklük biçimleri var.

Bir başka taraftaysa “Mesihyanik modern kültler” var. Mesihi, Mehdi'yi bekleyen, haftanın tek günleri Allah’la, çift günleri Peygamber(sav)’le görüştüğünü iddia eden ve dinin içini boşaltmaktan başka bir halta yaramayan modern kültler.

Oysa ne Sünnilik, ne Maturidilik ve Hanefilik, ne de İslamcılık buralarda değil. Bu yaklaşımlar, görülüyor ki, sadre şifa yaklaşımlar da değil. Nedir peki sadre şifa olacak olan? Ercan Yıldırım’dan okuyalım onu da: “Bu kuşatmayı kırabilmek, batıniliğin mesiyanik tavırlarından nakilciliğin dogmatizminden ancak Maturidi-Hanefi metodolojiyle, bu topraklarda erken dönemde ikame edilen düzenin, Yunus Emre’nin dillendirdiği felsefenin yeniden üretilmesiyle çıkmak mümkün. ‘İslam’da düşünme engellendi’ diyenler Türkiye’nin merkeziliğini örtmeye, selefiliği, ‘İstanbul’dan fikir çıkmadı’ söylemini yaymaya çalışıyor. Kimileri İslamcılığı İslam modernizmi, tasavvuf karşıtlığı, Türkiye dışılık gibi sunarken kimileri de neoselefi tarzla sadece Kur’an ve Sünnet’e dönüş olarak alıp kendi etnik iddialarının meşrulaştırılmasında kullanıyor. İslamcılık, Osmanlı’nın yani İslam ülkelerinin merkezinin kurtarılması için ortaya konan çaba, İslam düşüncesinin yenilenmesi, bu toprakların ruhuna uygun olarak Maturidi-Hanefi yorumun tercih edilmesidir. Bugün Türkiye milli ve yerli bir söylemi tartışırken en çok Osmanlı’nın son döneminde başlayıp Cumhuriyet’te akim kalan İslamcılığı mihver almalı.”

Şurası çok önemli: İslamcılık, Osmanlı’da neşvü nema bulmuş biricik “milli yönelim”dir. Dolayısıyla bugün asabiyelerini öne çıkararak İslamcılığı, kör milliyetçiliklerine, hatta ırkçılıklarına siper etmeye çalışan bazılarının Ercan Yıldırım’a da bana da saldırmaları çok anlaşılır bir şeydir.

Elhasıl derdimiz budur. Yolumuz budur. Kuşatmayı yarmak için kullanabileceğimiz yegâne enstrümanımız budur.

#İslamiyet
#Cemaat
#Mezhep