Meksika Sınırı’ndan Gassal’a bir hat çizerek kaleme aldığı yazı sonrası Ersin Çelik’e “ben buradan devam ederim” diye bir mesaj attım. O da bana “abi sen et, ben de ederim. Dün Bekir abiyi izledik, yıkıldı ortalık” diye cevap yazdı.
“Bekir abi” dediği Bekir Develi. Hangi şehirde sahnelenirse sahnelensin “Fani But Funny” isimli standup gösterisinin biletleri, satışa çıktığı gibi sold out oluyor, tükeniyor. Üstelik, gösterinin biletleri de muadilleri ile aynı fiyatlarda.
Şuradan başlayayım. Katıldığım kültür konulu konferanslarda en çok duyduğum soru şu: “Hocam, devletimiz kültürü dönüştürmek için daha etkin çalışmalar yürütemez mi? Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda müfredat geliştirmek dâhil olmak üzere bir şeyler yapamaz mı?”
Benim bu soruya cevabım hiç değişmiyor: “Hayır ve hayır. Dünyanın hiçbir devleti, yani aslında hiçbir politik iktidar, kültürü dönüştüremez. Esasen politikanın asıl vazifesi geniş halk kitlelerinin taleplerini makul bir zeminde, eldeki imkanları da doğru kullanarak karşılamaktır. Devlet, bakanlıkları vd. eliyle ancak toplumun istediği, arzu duyduğu dönüşümün önünü açacak düzenleyici işler yapabilir. Devletten bunun dışında bir şey beklemek devlete en asgarisinden ‘Kamalist olsana’ yahut daha da net ifade etmek gerekirse ‘faşist ve ceberut olsana’ demektir. Biz, yani siviller, kültürel dönüşümü talep edecek bireyler yetiştirmediğimiz müddetçe devletin yapacağı her hamle akamete uğrar.”
Kültür, esasen sivil alanda, sivil şekilde üretilen, tüketilen ve dönüştürülen bir hadisedir. Bugün dünyadaki devasa kültür endüstrisi, endüstriyel üretimin tüm kurallarını kullanarak üretmektedir hâkim kültür bileşenlerini. Bu hâkim endüstri, kültür tüketicisinin taleplerini şekillendirmekte, o talepler yeni üretim biçimlerinin daha kolay tüketilmesinin önünü açmaktadır. Bütün bu düzenek böylece yürürken iktidarlar da halkın talebini ve kendi siyasal okumalarını merkezileştirerek bu endüstri ile etkileşime girmekte, talepleri karşılamak için “satın almacı”, “desteklemeci” ya da “ön açıcı” bir pozisyon almaktadırlar. Hepsi budur.
Şanlıurfa’yı bir “peygamberler şehri” olarak kodlayan bir “talep” olduğunda kültürel üretim ona göre şekillenir, “Göbeklitepe şehri” olarak kodlayan bir “talep” olduğunda kültürel üretim ona göre şekillenir. Bugün “Göbeklitepe’de gelen ziyaretçilere ücretsiz kitap dağıtacağız, buna sponsor olur musunuz?” diye sorduğumuzda pek çok markadan son derece olumlu cevaplar alırız. “Balıklıgöl’e gelen ziyaretçilere Hz. İbrahim’in hayatıyla ilgili kitap dağıtacağız” desek bin dereden bin su gelir de destek gelmez. Bu da son derece doğaldır zira talep, arzı belirler. Değişmez kaidedir.
Şunu demek istiyorum aslında: Kültürel üretim, tüketim ya da dönüşüm talebi “organik” olarak ilerlemek zorundadır. Şuraya buraya ulaşarak, dosyalar yaparak, araya siyasiler sokarak kendini pazarlayan adamların aksine Bekir Develi bir talebi karşılama iddiasıyla bir hedef kitleye biletli bir gösteri arz etmiş ve talebi doğru süzdüğü için salonları takır takır doldurmuştur. Olan budur.
Biz, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf ile Meksika Sınırı yaparken bazı kitaplardan bahsederdik. Bahsettiğimiz kitapların satışlarının kısa sürede hızlandığını, kitapların baskı bitirdiklerini falan duyardık bazen. O zamanlar bunun “organik bir kültürel dönüşüm” olduğunun farkında değildim ben kendi adıma. Ancak zamanla fark ettim ki talebi nitelikli arzlarla karşıladığınızda elde ettiğiniz dönüşüm olağanüstü oluyor.
Henüz fırsat bulup izleyemedim ama sanırım Gassal dizisi de tam olarak böyle bir etki oluşturmuş. Ölümü merkeze alan bir dizinin “doğru arz” olmasına hiç şaşırmadım bu arada. Dönemin ruhunu ve oluşan boşluğu doğru görmüş olmalı Gassal’i yapanlar.
Söz konusu böyle meseleleri konuşmak olunca uzatmaya meyyal biri haline geliyorum. Uzatmayayım. Ersin’in “bir şeyler oluyor” dediği şey şu. Henüz son derece eksik gördüğüm Tabii platformunun sınırlı da olsa izleyici nezdinde bir alternatife dönüşmesinin nedeni de, Ketebe’nin sadece 7 yılda Türkiye’nin en dikkat çekici yayınevi haline gelmesi de, Gassal’in çok izlenmesi de, Meksika Sınırı’nın fenomen olması da, GZT’nin markalaşması da, Bekir Develi’nin salon doldurması da hep aynı nedene dayanıyor aslında: Nitelikli ve doğru arz.
Niteliksiz ve doğru arzlarla, nitelikli ve yanlış arzların oluşturduğu korkunç bir kaosun içerisinde “nitelikli ve doğru arz”ı üretmeye devam etmekten başkaca bir yolu yok Türkiye’de meselesi kültürel dönüşüm olanların. Ve burada devlet neredeyse hiçbir şey yapamaz. Elinden gelmez. Ancak bazı destekler, bazı ön açmalar, bazı “iyi işlere yardımcı olmalar” şeklinde gelişebilir. STK’cı adamın “devlet şunu şunu neden yapmıyor?” diyerek sızlandığı, kültürel üretimi müteahhitlik işine çeviren zıpçıktıların cirit attığı, yöneticinin kendi zevkini merkezileştiren kültür işlerini üretmeyi “kültürel üretim” saydığı bir vasatta, bir çölde umut var mı peki? Evet ve elbette. Çünkü nitelikli olan önünde ya da sonunda niteliksiz olanı yener. Tarih, bunun şahane örnekleriyle doludur.
Ersin de buradan devam eder belki. Aşık atışması da bir kültürel üretim biçimidir neticede.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.