Yok yahu. Ankara’da, kalabalık ve dikine dindar bir ailede büyüdüm ben. Evimizde yılbaşı kutlanmaz, kutlayana da karışılmazdı. Biraz buğzedilirdi sadece. “Yine bu akşam dansöz oynatacaklar, yine bu akşam çok içilecek” gibi çeşitli eleştiri cümleleri kurulurdu.
O aşırı teatral performanslı hocanın “biri yılbaşında sofra kurdu diye din elden gidiyor telaşına kapılan hacı” diyerek karikatür haline getirmeye çalıştığı o durumu ne çocukluğumda, ne gençliğimde hiç görmedim.
Dedem de babam da hacıydı elbet ama hiç kimseyi yılbaşı kutluyor diye kâfirlikle itham ettiklerine de şahit olmadım.
Kutlanmazdı evlerimizde yılbaşı gecesi, ama o kadar.
Aslında o kadar değil. Bizim evde dansöz çıkana kadar televizyon da açık olurdu mesela. “Zeki-Metin çıkacakmış”, “Sezen Aksu varmış” diyerek izlenirdi.
Ortalama dindar insanı “hacı” karikatürüyle yerden yere vurmaya meraklı ve bu yanıyla Leman Dergisi’nin falan yanına düşen hocalarımıza kötü haberi şöyle vereyim: Biz hacılar olarak o işi çözmüştük kendi içimizde. Siz hocalar olarak çözememiştiniz fakat. Benim çocukluğumda önerdiğiniz sertlikler de, şimdi ben yetişkinken yakaladığınız alaycı yumuşama da meseleyi fena halde ıskaladığınıza işaret eder, başka bir şeye değil.
Söyledim ya, dedem hacıdır. Adıyla sanıyla Çakır Hacı... O Çakır Hacı’dan bir anı anlatayım size. Zannediyorum 12 yahut 13 yaşındaydım. Güya hacıların elinden kurtulmuş, hocalara teslim etmiştim kendimi. Düşün ki İran İslam Devrimi’ni gerçekten İslami bir devrim zannediyordum hocalar sayesinde. O kıvama gelmiştim.
Yılbaşına iki üç gün kala Çakır Hacı, yukarı su deposundan aşağı beri culuk güden bir çoban fark etti. Adam culukları süre süre bizim evin önündeki açıklığa kadar geldi. Dedem sordu: “Satıyon mu hemşerim?” Çoban cevap verdi: “Satıyom hacı dayı. Yılbaşı ya.”
Al aşağı ver yukarı ederek haşmetli bir hindiye pazarlık etti dedem. “Güzel hayvanmış güzel” diyerek alıverdi kucağına.
Ne demek koca Çakır Hacı’nın yılbaşında hindi alıp kesmesi. Vay ki dünya başıma yıkıldı. Dehşetli gözlerle “hacı dede, yılbaşı mı kutlayacağız?” diye sordum tabii.
Hacı dedem duraksamadan cevap verdi: “Yok, hindi güveci yiyecez.”
O gün kesildi hayvan. Ertesi gün güveç yapıldı. Zannederim yılbaşı gecesine bir ya da iki gün kalmışken de o kalabalık aile sofrasında kemal-i afiyetle yenildi. Ben o hindiyi yeme konusunda ayak diremiştim. “Ama adam bunları yılbaşı için satıyordu” falan diye düşünerek.
Hadi o seneden birkaç yıl öncesine de gideyim. İlkokul beşinci sınıfta, dere yatağının sağ tarafında oturan bürokrat çocuğu arkadaşlarımdan ikisi, Berk’le Ebru öyle ballandıra ballandıra, öyle özendirerek anlatmışlardı ki yılbaşı gecesinde neler yapacaklarını, çocuk aklımla epeyce özenmiş, anneme “ biz de yılbaşı kutlayalım” diye mızmızlanmıştım.
Sonunda iki üç üflemeli yılbaşı düdüğü, kuruyemiş ve meyveden oluşan bir yılbaşı olayı hazırlandı benim için. Kukuleta elbette alınmadı, o kadar da değil. 86 Dünya Kupası vesilesiyle alınmış renkli televizyonumuzu açtık. Dansöz çıktığında kapatıp cemaatle yatsı namazı kıldık. Ardından da uyuduk.
Çok sonra anladım ki aslında babam, “bir çocuğun kalbini kırmaktan daha iyidir” diye düşünerek almıştı üflemeli düdüklerle kuruyemişi. Bir çocuğun kalbi bütün yeni yıllardan mühimdi böylece.
Bugün çok çeşitli vesilelerle kalbimizi kırmaya çalışan adamları gördükçe o üflemeli düdük geliyor aklıma. Hani böyle kağıttan. Hani “caaart” diye ses çıkarır. Niye geliyor aklıma bilmiyorum ama geliyor işte.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.