Sabah bakıyorum. Sanki biraz toparlanmış. Önündeki buğdayları da yemiş epeyce.
O gün okulda ne yaptığımı bile bilmiyorum. 'Bir an önce zil çalsa da eve gitsem' diye bekliyorum. Bir vaktin gelmesini bu denli beklediğim tek bir hadise olmuştu daha önce. Dedemlerin hacdan dönüşünü beklemiştim.
Nihayet zil çalınca ok gibi fırlıyorum yerimden. Bütün bir yolu koşarak dönüyorum eve. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp kuşun yuvasına yetişiyorum.
'Anne, niçin hareket etmiyor kuş?'
Çenem titriyor. O an gözyaşlarımı salıvermiyorsam tek bir umudum olduğundan… Annem mutfaktan gelecek, koliye bakıp 'uyuyor yavrum' diyecek.
Bunun yerine elini başıma götürüp saçımı okşuyor annem. 'Ölmüş' kelimesini duyup sarılıyorum anneme. Dakikalarca hıçkırarak gözyaşı döküyorum.
Kendimi toparlıyorum. Koliyi öylece alıp karşıdaki arsaya gidiyorum. Elimle bir çukur kazıp kuşu gömüyorum. Toprakla mezarını yükseltip bir Fatiha okuyorum. Mezarını okşuyorum ellerimle. 'Sana söz, seni hiç unutmayacağım' diyorum.
Hayat o an çok anlamsız geliyor. Maç yapmak istemiyorum. Yukarı mahallenin çocuklarıyla kavgaya tutuşmak istemiyorum. Hani o dakika babam gelip 'Gençlik Parkı'na gidelim mi?' dese kabul etmeyeceğim.
Çok sonraları, Peygamber Efendimiz(sav)'in Medine'de kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gittiğini öğrendiğimde tam olarak kavrıyorum Efendimiz(sav)'in bunu niçin yaptığını… O, kuşu ölen çocuklar adına, o esnada yaşıtımız olan bir çocuğa gitmiş ve hepimize en derin, en kalbi taziyelerini sunmuş. Çünkü çocukların hayatı, hayatın elinizden kayıp gittiğini, ölümü, ölümün benzersizliğini en çok kuşları öldüğünde anladığını biliyor.
Hep söylüyorum. Yine tekrar edeceğim. Bugünkü hayatımızın tamamını Efendimiz(sav)'in çocuklara ve hayvanlara karşı davranışlarından hareketle yeniden kurgulayabiliriz. Evinin kapısında beslediği çöl parsının ipini geniş tutmasındaki hikmetten başlayabiliriz işe. Kedisi Müezza'yı nasıl sevdiğiyle başlayabiliriz. Develere fazla yük yüklenmesini yasaklamasından başlayabiliriz. Torunlarının namazda nasıl sırtına bindiklerinden başlayabiliriz. Bir bayram günü mahzun olan bir yetim çocuğa 'istemez misin senin baban ben olayım' deyişinden başlayabiliriz. Kedileri çok seven bir arkadaşına 'kedi babası' lakabını takmasından başlayabiliriz. Kedilerin parayla alınıp satılmasına niçin karşı olduğundan başlayabiliriz. Dağlanmış bir hayvan görünce hiddetlenip 'kim bu hayvanı çirkinleştirdi. Kimse kimseye ateşle eziyet edemez' deyişinden başlayabiliriz.
Bütün bunlarla başlayacağımız bir yolculuk bizi 'bu kocamış ve köhnemiş dünyayı kurtaracaksa merhamet kurtaracak' cümlesine götürür. Ve o cümlenin bizi götürdüğü yer ne güzel bir yerdir.