Bakmayın siz Arka Sokaklar dizisinin “dini bir grubun devletin kolluk kuvvetlerine yönelik tehdit içeren ifadeler kullanılması sebebiyle” ceza alması üzerine Şevket Çoruh’un “bu cezayı ödül sayarım” diye zırvalamasına. Altı üstü rol kesiyordur. Pek de iyi gitmediğini herkesin bildiği tiyatro miyatro işleri için zemin yokluyordur daha doğrusu. Yoksa zeki adam diye biliriz. Arka Sokaklar’da oynamaktan hiç mutlu olmadığını, o düzeysizlikte bir dizide oynamanın iyi üzeri sayılabilecek oyunculuğunu heder ettiğini o da bilir yani. Bir çıkış arıyor kendince. Çok görmemek gerekir.
Fakat bugün meselem o değil. Bugün Türk dizilerinin hali ve ahvali üzerine söz alacağım.
Türk dizi sektörü konu bakımından çok ama çok kötü köşeye sıkıştırdı kendini. Bunda, dizi yapımcısı denilen adam tipinin de, televizyon denilen yapıların da riski tamamen birbirlerine bırakarak kurdukları o tuhaf düzen epeyce etkili oldu. “Yeteri kadar rating almadığı ve dolayısıyla reklam getirisi bulamadığı için” üçüncü bölümde kaldırılan diziler gerçeği, Türk dizilerini yavaş yavaş her türden ahlaksızlığın, türlü-çeşitli sansasyonların, her türden manyaklığın ve sapkınlığın yer almak zorunda kaldığı bir çöplüğe dönüştürdü.
Bu feci duruma rağmen dizi sektörü, farklı farklı çıkışlar aradı her seferinde. Bu çıkışlardan biri tutunca hemen taklitleri üretilse de bu durum, sektörün bütün bütüne çürümediğini de gösterir bence. Ama içinden çıkılamayan sarmal şu oldu bu sefer de. Hangi farklı çıkışı yaparsan yap o aşk üçgenini kurmaya mecbursun, o şiddeti göstermeye mecbursun, o sansasyonu yaratmaya mecbursun ki rating savaşında yükselip ekranda kalasın. Kayınvalidesine sulanan damattan üvey oğluna yeşillenen anneye, işkenceyle adam öldürülen mafya sahnelerinden beş yüzer kişilik sokak savaşlarına kadar bir dizi ahmaklığı tam da bu yüzden layık gördüler topluma. Eh, yalan yok, toplum da pek sevdi bunları. Çukur’un, Yalı Çapkını’nın, daha bilmem nelerin liste başı olmasının başkaca bir izahı yok elimizde. Bu yılın parlak işi Deha, rating savaşında yer bulmak için başladı bile aşklı meşkli, üçgenli dörtgenli zırvalara. “Her numarayı yaparım abi, konumun değişik olduğuna bakmayın abi” diyen Kalpazan ise rating savaşına dayanamayıp buharlaştı mesela.
Diğer yandan, süreç içerisinde kendisini “rating yarışının bir yarışmacısı” olarak kodlayan TRT de sektöre pek faydalı olmadı. Yapımcısına “hem totalde alacan, hem AB’de alacan ratingi” baskısıyla tarihi dizilere de af buyurun karı-kız olayları sokuşturulan, diğer alanlardaki dizileri ana akım dizilerin laciverti haline gelen TRT’de tek umut Tabii platformu olarak duruyor. Allah zeval vermesin. Güzel işler var orada. Daha da güzel işler olur inşallah.
Tam bu sıkışmışlığın içinde geldi muhafazakâr-seküler karşıtlığının, daha doğrusu muhafazakâr-seküler geçişkenliğin dizilerini yapma fikri sektöre. Ömer, Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar ve bu gidişle devamı da gelecek benzerleri. Ben dâhil pek çok insanı kızdıran sahneler, bölümler, diyaloglar yer aldı bu dizilerde. Çünkü fikir ne olursa olsun kalıp, trük, zagon aynı olmak zorundaydı bu dizilerde de. Aynı aşk üçgenleri, aynı şiddet sahneleri, aynı basmakalıp gerilimler, aynı marazlı karakterler. Bir de buna bilhassa muhafazakâr kesimin reflekslerini, yaşam alışkanlıklarını, yaşam görgülerini neredeyse hiç bilmeyen senaristler tarafından yazılmaları ve oyuncular tarafından canlandırılmaları eklenince sade suya tirit oldu her şey.
Ancak yine de bu diziler üzerinden “bir plan işletiliyor” denmesini doğru bulmuyorum. “Asıl rating burada” diye ucu pedofiliye çıkacak işler yapmış bir sektör Türk dizi sektörü. Mahallelerin birbirine düşmesinden mi rating devşirmeye çalışmayacak Allah aşkına? Düne kadar zengin-fakir, şehirli-köylü dikotomisinden beslenen canavar şimdi de muhafazakârla sekülerin çatışmasından nema umuyor. Hepsi bu.
Aralarındaki en önemli örnek Kızıl Goncalar’ın ilk sezonuydu tabii. İkinci sezonun iyiden iyiye zırvaya bağlayan senaryosunun aksine geçen sezonu hem tarikat meselesinin elden geldiğince gerçekçi gösterilmesi, hem Kemalist’ten tam liberaline, entelektüel dindarından taş gibi yobazına kadar bütün karakter tiplerini diziye yedirmesi bakımından önemli bir aşamaydı. Ancak bu sezon o da yenildi. Aşklar meşkler, kayıp kitaplar, mafyatik zagonlar derken dağıldı gitti.
Uzattım. Belki de diyeceğimi sona sakladım. Tarikatlısı, kadına şiddetlisi, aşk üçgenlisi, psikolojiklisi, sapkınlısı, mafyalısı bilmem nelisi olmak üzere Türk televizyonlarında yayınlanan tüm dizileri alt alta koysanız ve bunların Türk toplumuna verdiği zararı alt alta toplasanız, baştan aşağı kurgu olduğuna adım gibi emin olduğum Müge Anlı ve türevi programların topluma verdiği zararın yarısını vermiyordur, veremez.
Müge Anlı ve türevlerinin dönüştürdüğü toplumun dizilerini izliyoruz akşamları. Dizilerin dönüştürdüğü toplumu gösteren Müge Anlı’yı değil. Dolayısıyla gerçek başka yerde, biz başka bir şey tartışıyoruz. Arz ederim.
Unutmadan da eklerim: Kurgu dedim evet. “Gerçeğin bükülerek yahut diğer tüm gerçeklerin arasından seçilerek olduğundan farklı gösterilmesi” manasında yani…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.