En çok acıyan yerine, kalbine

04:0018/11/2018, Pazar
G: 18/11/2018, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Elindeki ucu sivriltilmiş sopayı öylece dakikalarca tutmak zor, çok zor iştir. Nehirde hiç kımıldamadan ayakta durursun. Sonunda bir dere balığı ayaklarının dibine gelir; sopayı tek hareketle ve olağanüstü bir hızla saplarsın balığa. Bunu günde dört ya da beş kez yapabilirsen senin, eşinin ve çocuklarının karnı doymuş demektir.O gün, o sıralarda 19 yaşında olan Ota Benga’nın balık avı epeyce iyi gitmişti. On iki balık dizmişti sopaya. Dönüşte orman meyveleri toplaya toplaya döndü köyüne. Fakat artık

Elindeki ucu sivriltilmiş sopayı öylece dakikalarca tutmak zor, çok zor iştir. Nehirde hiç kımıldamadan ayakta durursun. Sonunda bir dere balığı ayaklarının dibine gelir; sopayı tek hareketle ve olağanüstü bir hızla saplarsın balığa. Bunu günde dört ya da beş kez yapabilirsen senin, eşinin ve çocuklarının karnı doymuş demektir.



O gün, o sıralarda 19 yaşında olan Ota Benga’nın balık avı epeyce iyi gitmişti. On iki balık dizmişti sopaya. Dönüşte orman meyveleri toplaya toplaya döndü köyüne. Fakat artık köyü yoktu. Elinde uzunca bir “avlanacaklar” listesi olan beyaz adam, bu listenin dışında kalan köylülerin tamamını öldürmüştü. Ota Benga’nın eşi ve iki çocuğu da dâhildi öldürülenlere. Ota Benga, elindeki ucu sivriltilmiş sopayla saldırdı beyaz adama. Hatta birine saplamayı başardı ilk anda. Ne ki sert bir dipçik darbesiyle yığıldı yere. Beyaz adamın biri süngüyü kaldırdı havaya. Ota Benga’nın kalbini hedefledi. Tam indireceği sırada bir başka beyaz adam “öldürme onu” diye bağırdı arkadaşına, “baksana, dişleri bembeyaz ve sivri. Bize çok para kazandırır.”

1902 yılının sonuydu. Beyaz adamlar, bir kafese koydular onu ve listedeki diğer “av”ları. Kongo’yu ve Gabon’u öylece geçtiler. Gentil limanında bir geminin mahzenine attılar Ota Benga’yı ve köylülerini. Yaklaşık bir ay sürdü yolculukları.

Ota Benga’nın Kongo’nun bir pigme köyünden Amerika’nın New York şehrine gelişi tam olarak böyle oldu işte. O gün balıktan dönen 19 yaşındaki bir pigme, şimdi eşi ve iki çocuğu katledilmiş bir adam olarak özgürlükler ve fırsatlar ülkesindeydi.

Bronx’ta, o sıralar günde binlerce ziyaretçisi olan bir “insan bahçesi”nde yeni bir kafese koydular onu. Kafesin önüne “orijinal Afrika yamyamı. Her gün öğleden sonra ziyaret edilebilir” yazdılar.

Ota Benga’nın sivri ve bembeyaz dişleri çok dikkat çekti. Beyaz adam, iflah olmaz girişimciliği ile daha çok para kazanmak istediğinden ancak 25 sent ödeyenlerin girebileceği daha özel bir kafese yerleştirdi onu. 25 sent ödeyerek bir çadıra giriyordunuz, kafesin içinde “yamyam”ı görüyordunuz; hatta fazladan 5 sent öderseniz dişlerini gösteriyordu o yamyam size. Ota Benga’nın sivri ve bembeyaz dişleri 5 sentti ve kimse bu muhteşem fırsatı kaçırmak istemiyordu. Çadırın önünde uzun kuyruklar oluştu. “Yamyamın dişleri” bir şehir efsanesi gibi yayıldı tüm şehre. Cici elbiselerini giyen New Yorklular bir hafta sonu eğlencesi olarak kabul ettiler onun dişlerini.

Kalbi mi? Ota Benga bir pigmeydi onun dişlerini görmek isteyenler için. İnsan değildi ki. Bir kalbi olmasının ne önemi vardı?

İki yıl sürdü “yamyamın dişleri” eğlencesi. Ardından hemen her eğlenceli şey gibi modası geçti Ota Benga’nın dişlerinin. Artık kimse 25 sent verip bir yamyam görmek istemiyordu. Beyaz adam çok üzüldü bu işe. Ota Benga’dan para kazanamayacak olmanın acısıyla kıvrandı. Bir çare aramaya başladı.

Sonunda buldu o çareyi. “Düşünsenize” dedi bahçenin görevlilerinden biri, “bu yamyamı maymunlarla ve orangutanlarla aynı kafese koyduğumuzu bir düşünsenize. Bir leopar derisi giydiririz üzerine. Orangutanlarla güreş tutmasını sağlarız. Eğlenceye bak adamım.”

Bu parlak fikri hemen uyguladılar. Ota Benga artık “orangutanlarla güreş tutan yamyam” olarak anılmaya başlandı. Her öğleden sonra, üzerine hakiki bir leoparın derisini giymiş bu yamyam gözüne kestirdiği bir orangutanla güreşiyordu. Hiçbir New Yorklu bu muhteşem eğlenceyi kaçırmadı elbette. Çok para kazandı beyaz adam Ota Benga’dan.

1906 yılının sonuna gelindiğinde tüm Amerika’da “insan bahçeleri”nin kapatılmasına karar verildi. İnsanları kafeslerde sergilemenin çok da doğru olmadığını düşünmüş olmalıydı yetkililer.

4 yılın sonunda beyaz adam Ota Benga’nın kafesinin kilidini açıp “git” dedi ona. Ota Benga, bunun bir tuzak olduğunu zannetti önce. Fakat sergilenen diğer arkadaşlarının da birer ikişer kafeslerden çıktığını görünce o da birkaç adım attı kafesten dışarı. Kafesin önünde kendisine gülümseyen adamın belindeki tabancayı gördü o esnada. Adama yaklaştı. Adam, özgürlük için kendisine teşekkür edeceğini zannetti Ota Benga’nın. Ota Benga, çevik bir hareketle tabancayı çekip aldı adamın belinden. Adam, büyük bir korkuyla kaçtı.

Birkaç adım daha attı Ota Benga. Nehirde balık tuttuğu son günü getirdi aklına. Çocukları ve eşi geldi gözünün önüne. Gülümsüyorlardı ona. Tabancayı en çok acıyan yerine, kalbine döndürdü ve nehirde balık avlarkenki soğukkanlılığı ile bastı tetiğe.

“Şehirlerin içinde kaybolmuş zencilerin şarkısını söyleyen çoktur / fakat kim anlatacak zencilerin içinde kaybolan devasa şehirleri” dizelerini Ota Benga için yazdı şair.

Ota Benga gerçekten yaşadı. Ota Benga’nın çocukları kısacık da olsa gerçekten yaşadılar. Ota’nın köyünü basan beyaz adamlar gerçekten yaşadılar.

Belçika’da son insan bahçesi, yani insanların insanlara ücret karşılığında sergilendiği son bahçe 1958 yılında kapatıldı. Sonra zaten belgeseller çağına geçtik.

#Ota Benga
#Avrupa
#Medeniyet