Aysofya'nın camii olarak yeniden ibadete açılması konusundaki tartışmaları kuşe-i uzletimden seyrediyorum bir süredir.
Doğrusu bu ya, Ayasofya'nın camii olarak ibadete açılması hususunda kafam epey karışık... Bir yanım 'İstanbul fatihi Sultan Mehmet Han'ın kılıç hakkı olarak camiye çevirdiği Ayasofya elbette yeniden camiye dönüştürülmeli' diyor. Hatta 'Ayasofya'nın açılması bir egemenlik problemidir. Türkiye'nin tam bağımsız bir ülke olduğunun göstergesidir. Dolayısıyla camii olarak ibadete açılmasının siyasi anlamı büyüktür' cümlesini de ekliyorum bu yana. Diğer yanımsa 'Sultanahmet gibi muazzam bir mabede komşu olan Ayasofya'nın müze olarak yoluna devam etmesi belki de daha doğrudur' diyor.
Dedim ya, kafam karışık. Ancak kafamın karışık olmadığı bir durum var. Dindar gençlerin Ayasofya'nın ibadete açılmasını isterken ortaya koydukları tutkuyu acı bir gülümseme ile fark ediyorum.
Niçin tutku ve niçin acı bir gülümseme? 80'li ve 90'lı yıllar boyunca dindar gençlerin en büyük önermesi 'başörtüsüne özgürlük' sloganı idi. Bu slogan, o yılların İslamcılığının mücadeleci kararlılığını ortaya koyuyordu. O yıllarda başörtüsüne özgürlük için her türlü girişim gerçekleştiriliyordu. Bakmayın siz şimdilerde 'polisle mi çatışıyorduk, sokaklara zarar mı veriyorduk' diyenlere. Başörtüsü eylemlerinde polisle çatışırken yediğimiz coplar buradan Beyazıt Meydanı'na yol olur.
Sonra ne oldu? Sonra başörtüsü sorunu AK Parti eliyle çözüldü. Pratikte bütün retoriğini bu mesele ile ortaya koyan İslamcılık yeni bir 'dava retoriği' ortaya koymadı/koyamadı. Bunun yerine mevcut iktidarla ya tam teslimiyet ya tam düşmanlık ilişkisi kurularak mesafe alınmaya çalışıldı.
2015 yılına gelindiğinde görüldü ki, İslamcıların AK Parti ile kurdukları tam teslimiyet ve/veya tam düşmanlık ilişkisi Türkiye İslamcılığına gram fayda sağlamıyor. AK Parti ile mesafesini bir türlü ayarlayamayan İslamcılar ya 'bizim kıymetimizi bilmiyorlar' platonikliği ile ya da 'bunlar hain' düşmanlığı ile devam ediyorlar yollarına.
İşte tam bu noktada 'zincirler kırılsın Ayasofya açılsın' hareketlenmesi geldi. Hatta bazı dindar gençlerin 'Ayasofya yoksa oy da yok' falan yazdığına şahit olduk. Her zaman inandığımı söyleyeyim yine: Hareket iyidir.
Hareket elbette iyidir, fakat bu hareketlenmeyi Ayasofya gibi 'son tahlilde teorik ve sembolik' bir alanda görmek yerine Tofaş-Renault grevi gibi son derece 'pratik' alanlarda görmek isterim asıl.
Geçen hafta yazdım. Otomotiv işçileri Bursa'da son yılların en önemli direnişini gerçekleştirip bütün fabrikaları masaya oturtmayı ve istedikleri zamları almayı başardılar.
Grev sürecinde gazetelere düşen bir fotoğraf vardı. İşçiler fabrika bahçesinde bir namazgah oluşturup cuma namazlarını burada kıldılar. Muazzam bir kalabalıkla kılınan namazda hoca efendi 'İslam'da işçi hakları' meselesini anlattı. Zaten bu namazın ertesi günü de fabrikalardan peş peşe 'anlaşma haberleri' geldi.
Üzgünüm; memlekette bu fotoğrafı önemseyen dindar genç olduğundan hiç emin değilim. Bu fotoğrafı önemsemek bir yana grev, işçi hakları, sosyal adalet gibi meseleleri hiç olmazsa düşünce planında dikkate alan dindar gençlerin sayılarının ne denli az olduğunu da görüyorum.
Üzgün olduğum bir başka mesele ise şudur: 'Dava retoriği' meselesini tarihsel olandan, sembolik olandan, teorik olandan kurtarıp pratik olana, bu güne dair olana, hayatın içinde olana ilerletmeyi reddeden bir İslamcılık kaybetmeye mahkûmdur.
Bursa'da grev alanına gitmek isteyen dindar gençleri 'sizi yuhalarlar' cümlesiyle alıkoyanlarla 'fetih kutlaması çok önemli gençler; iki eliniz kanda olsa gitmelisiniz' diyenlerin aynı adamlar olduklarını görmeden alınacak mesafe yok. Grev alanındaki işçilerin haklarının Ayasofya'nın açılmasından daha önemli bir mesele olduğunu kavramadan alınacak mesafe yok. Cuma namazını Ayasofya'da kılmaktansa hakları için direnen işçilerle birlikte kılmayı istemeden alınacak bir mesafe yok.
Kusura bakılmasın; son zamanlarda 'zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok' cümlesini 'zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın' cümlesinden daha çok önemsiyorum.
Ne diyordu Engels: 'Bi titre yahu delikanlım. Bi kendine gel yeğenim. Başkalarının senin için önemli bulduğu ajandalarla değil kendi doğrularınla hareket et. Aksi takdirde o trenin arkasından bakıp duracaksın.'