Birikmiş bazı notlar

04:0022/12/2018, Cumartesi
G: 22/12/2018, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

YemenIHH’dan Serkan Nergis Yemen’de yürüttüğü insani yardım çalışmalarından döndüğü gün geçenlerde yazdığım Yemen yazısıyla ilgili bana ulaştı ve şöyle dedi: “O kadar kriz bölgesine gittim. Bu kadar sıkıntının olduğu yer görmedim.”Dünyada neredeyse gidilmedik kriz bölgesi bırakmamış Serkan Nergis bu cümleyi kuruyorsa rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Yemen’de kötü değil, çok kötü değil, olağanüstü kötü bir kriz var.Yemen için insani yardım faaliyetlerine hız vermek çok ama çok önemli ancak bundan

Yemen

IHH’dan Serkan Nergis Yemen’de yürüttüğü insani yardım çalışmalarından döndüğü gün geçenlerde yazdığım Yemen yazısıyla ilgili bana ulaştı ve şöyle dedi: “O kadar kriz bölgesine gittim. Bu kadar sıkıntının olduğu yer görmedim.”



Dünyada neredeyse gidilmedik kriz bölgesi bırakmamış Serkan Nergis bu cümleyi kuruyorsa rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Yemen’de kötü değil, çok kötü değil, olağanüstü kötü bir kriz var.

Yemen için insani yardım faaliyetlerine hız vermek çok ama çok önemli ancak bundan da önemlisi Yemen’de yürüyen aptal vesayet savaşının durdurulmasına yönelik bir inisiyatif alabilmek. Nasıl ve ne şekilde olabilir bilmiyorum ama Yemen için barışa yönelik adımların son derece ciddi ve acil şekilde atılması gerekiyor. Aksi takdirde insanlığımızdan utandığımız bir acı ile yüzleşmek zorunda kalacağız.

Papağan

Bir papağanın boğazını sıkmasıyla gündeme gelen o akıl hastasını “daha da çılgın şeyler yapsın da izlenme oranımız artsın” diyerek gaza getiren saçma sapan televizyon düzenimizi sorgulayacak mıyız? Elbette hayır. Hatta bunu yapmak yerine bu tuhaf aptallık düzenini daha da sağlamlaştıracak yeni ekran formatları üretme yoluna gideceğiz. Sonra bir akıl hastası bu sefer bir hayvanı değil bir çocuğu, bir kadını, bir adamı öldürecek canlı yayında. Yetmeyecek “beni şu kadar insan izlerse canlı yayında intihar edeceğim” diyecek yeni akıl hastalarıyla karşılaşacağız. Bu tuhaf aptallık düzenini esaslı, kökten, en dipten kurutmazsak, aha da burada söylüyorum “başımıza taş yağacak” ve biz o yağan taşları da canlı yayında izleyeceğiz.

Başörtülü anne

CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun annesinin başörtülü olmasıyla ilgili bir derdim de, bir sıkıntım da yok. AK Parti’nin göstereceği adayın annesi başörtülü olmazsa bununla da ilgili bir derdim, bir sıkıntım olmaz. Dolayısıyla annesiyle fotoğrafını paylaştı diye İmamoğlu’na karşı olumlu-olumsuz herhangi bir tavır geliştirmiş değilim. Çünkü kimsenin annesine oy vermekle ilgilenmiyorum. Fotoğrafa gelen olumlu-olumsuz tepkileri de anlamıyorum böylelikle. Annesi ya da babası birine o anlamda avantaj sağlamaz. Pekala annesi “melek gibi” bir kadın olan biri zalimin teki de olabilir, annesi “seri katil” olan biri şahane bir insan da olabilir. Fakat tabii burada meselenin “başörtü üzerinden mesaj verme” olduğunu da görüyorum. Ve bundan artık hızla vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla başörtüsü üzerinden yürüyen bu siyasi goygoy dilini görmezden gelmeyi seçiyorum izninizle.

Sunderland ‘till i die’

“Bana başarısızlığın belgeselini yapabilir misin Abidin?” sorusuna “elimizde yapılmışı var iki gözüm” diye cevap veren bir belgesel “Suınderland ‘til i die.” Ve sadece “bir başarısızlık bu denli özenle anlatılabilir mi?” sorusuna verilen cevap olması bakımından bile önemli ama çok daha fazlası da var.

İngiltere’nin Kuzey Denizi’ne bakan kıyısının işçi kenti Sunderland ile özdeşleşmiş Sunderland AFC’nin Premiere Lig’ten düştüğü sezon Championship’ten de düşmesini anlatıyor. Fakat ne anlatmak! İnsanların şehirlerine ve şehirlerinin sembolü olarak gördükleri kulüplerine karşı geliştirdikleri o tuhaf, derin ve çok tutkulu bağı izlemek aynı zamanda “modern insanın durumu” konulu bir kitap okumak gibi aynı zamanda. Modern insan için “aidiyet geliştirebilmek” ve “tutunmak” meselelerinin nasıl da kritik birer ihtiyaç olduğunu anlamanıza yarıyor belgesel. Tabii ki “başarı-yenilgi”, “kapitalizm-işçi sınıfı”, “nostalji-yenilik” gibi modern zıtlıkların da altı ustalıkla çiziliyor.

2018’in büyük olayı

Vardır değil mi yılın sonuna yaklaşırken “geride bıraktığımız senenin en önemli olayı” sorusuna cevap aradığımız anlar. Cins Dergisi’nin Ocak 2019 sayısı için yaptığımız Cins oturumda ben de bunu sordum masanın etrafındaki arkadaşlara. Kimisi kişisel, kimisi toplumsal, kimisi felsefi cevaplar geldi tabii. Tabii ben de cevap verdim bu soruya: “Benim için 2018’in en önemli olayı Ketebe Yayınları’dır.”

Çok kişisel bir şey söylediğimin farkında olarak söylüyorum bunu. Kitap yayıncılığında aktif görev almak benim açımdan yepyeni ve ufuk açıcı bir gelişim alanı oldu. Diyebilirim ki kitap yayıncılığının bildiğim bütün yayıncılık biçimlerinden farkı sizde yol açtığı kalıcılık duygusu. Belki 500, belki 1.000 yıl sonra bugün üretilen ve basılmasını sağladığınız bir kitabın biri için anlam ifade edebileceğini düşünmek başka, bambaşka bir tatmin alanı imiş.

Ve tabii bir de kişisel olmayan tarafını söyleyeyim: Bana kalırsa başlı başına bir yayıncılık başarısıdır Ketebe Yayınları. Mart 2018 – Aralık 2018 arasında her biri birbirinden değerli 105 kitap yayınlamak ve bu kitapların en az yarısını da ekonomik kriz ortamında okurun hizmetine sunmak bence bir başarı öyküsünün konusudur.

Allah izin verirse 2019 yılında da Ketebe Yayınları “okurunu çok memnun edecek” birinci sınıf bir yayıncılık yapmaya devam edecek. 2019’da yayınlayacağımız bazı kitaplar üzerinden rahatlıkla söyleyebilirim ki “sevgili okur, hikâyemiz asıl şimdi başlıyor.”

#​Yemen
#Serkan Nergis
#Papağan
#Televizyon
#Ekrem İmamoğlu
#Başörtü
#Başarısızlık