Biraz daha karışsın kafamız, iyidir

04:001/09/2020, Salı
G: 1/09/2020, Salı
İsmail Kılıçarslan

O gün eşim “şimdiki aklın olsaydı üniversitede hangi bölümü okurdun?” diye sorduğunda duraksamadan “İstanbul Üniversitesi Sosyoloji” cevabını verdim. İşin sosyoloji kısmının genel, İstanbul Üniversitesi kısmının ise özel bir cevabı var. Özel cevaptan başlayayım: Çünkü İstanbul Sosyoloji’de İsmail Coşkun Hoca var. Varır çakardım topuk selamını, “al beni de asker eyle” deyip biat ederdim. Budur yani.Genel cevap ise şu. Türkiye’nin son 40 yılda, daha da daraltırsak son 20 yılda yaşadığı “toplumsal

O gün eşim “şimdiki aklın olsaydı üniversitede hangi bölümü okurdun?” diye sorduğunda duraksamadan “İstanbul Üniversitesi Sosyoloji” cevabını verdim. İşin sosyoloji kısmının genel, İstanbul Üniversitesi kısmının ise özel bir cevabı var. Özel cevaptan başlayayım: Çünkü İstanbul Sosyoloji’de İsmail Coşkun Hoca var. Varır çakardım topuk selamını, “al beni de asker eyle” deyip biat ederdim. Budur yani.

Genel cevap ise şu. Türkiye’nin son 40 yılda, daha da daraltırsak son 20 yılda yaşadığı “toplumsal değişikliği” bilimsel yöntemlerle tespit etmek için okumak isterdim sosyolojiyi. Hangi etkinin insanı ne denli değiştirip dönüştürdüğünü, toplumun dikey ve yatay geçişkenliklerini tespit etmeyi, edebilmeyi oldukça heyecan verici buluyorum.

Gerçi “insanı anlamaya çalışmak” bahsinde şair olmamın büyük avantajını da yaşamıyor değilim ama yine de “işin ilmini bilmekten” daha iyisi yok.

Birkaç misal vereyim.

Beyoğlu ve Kartal Anadolu İmam Hatip Liseleri’nde üniversiteye girmeye hak kazanıp da ilahiyat tercih eden toplam 4 öğrenci var. Bu benim için uzun, upuzun bir sosyolojik araştırmanın konusu örneğin. İmam Hatip mezunu öğrencilerin seneler içerisinde değişen üniversite tercihleri dindar-muhafazakâr eğitimli kitlenin geleceğine dair net bir fotoğraf koyabilir önümüze. Üstelik -varsa tabii- ilahiyat okumanın popülaritesini kaybetmesi de ilginç bir sosyolojik tespitler galerisine gebedir zannımca. Dindar-muhafazakar ailelerin “çocuğum imam değil, dinini-diyanetini bilen doktor olsun” şeklinde özetlenebilecek ve 28 Şubat’tan beri değişmeyen refleksini de işin içine kattığımızda mesele iyice civcivlenir bence.

Uzaktan bir şey söylemiş olayım. Bence İmam Hatiplerde ilahiyat tercihlerinin az, teknik bölümlerin fazla tercih ediliyor olması, dindar-muhafazakar ailelerin İmam Hatiplerden beklentisini tam olarak karşılayan bir durum. Her şey olması gerektiği yönde ve olması gerektiği ilerliyor bence.

Değişen, dönüşen, farklılaşan neyse onun tespitini çok önemsiyorum. Ve üstelik bu değişim, dönüşüm ve farklılaşmalar üzerine “verisiz” konuşulmasını da son derece sakil buluyorum. Misali “gençler arasında deizm yaygınlaşıyor” yargısından vereyim. Bakmadık gençlik araştırması, sonuçlarını görmediğim anket bırakmadım. Yok arkadaş. Yükselmiyor gençler arasında deizm falan. Fakat koca koca adamlar, verisiz, duyumlara-dedikodulara dayanarak “deizm tehlikesi”nden söz ediyorlar. Oysa gençlerinki deizm değil, farklılaşma isteği. Bütün gençlik anketlerinde “ay gibi parlıyor” farklılaşma talebi. Oturup gençlerin beklentilerini analiz etmek zor geliyor olmalı ki o farklılaşma talebini deizm zannedip “deizm mahvedecek ülkeyi” tespiti yapmakla kurtarıyorlar günü. Ört baba ört, ört ki ölek.

Hadi bir başka yerden devam edeyim.

Sosyoloji okusaydım tespit etmek istediğim başka bir şey daha olurdu. 30 Ağustos Zafer Bayramı vesilesiyle Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde dronelarla yapılan ışık gösterisine verilen tepkiler üzerinden anlamaya çalışırdım toplumsal değişimi. Muhafazakar-dindar seçmen, gökyüzüne yansıyan Mustafa Kemal resmiyle gurur duyarken Kemalist-seküler seçmen resmen aşağıladı durumu. Oysa gökyüzüne yansıyan sembol, muhafazakar-dindarların ismi üzerinden yaralandığı; Kemalist-seküler seçmenin “unutturmayacağız” diyerek kampanya yürüttüğü Mustafa Kemal’di. Her bakımdan ilginç, her bakımdan araştırılmaya değer buluyorum bu ayrışmayı, bu kristalizasyonu…

Bütün bu konuştuklarımızın gündelik politik eksenle yakından ilgili olduğunu elbette biliyor, hissediyorum. Ne var ki, işin bu kısmını konuşmak heyecan verici de değil, ufuk açıcı da… Bu hareketlenmelerin kalıcı etkileri üzerinden konuşmak, bu kalıcı etkileri analiz edip gerekirse “değişim yönü”ne kafa yormak daha yerinde bir şey üretmek manasına gelir kanaatimce.

Yoksa ben de biliyorum Tayyip Erdoğan’dan nefret ettikleri için ürettiğimiz dronelardan, yaptığımız roketlerden de nefret ettiklerini. Bu nefretin yönünü tayin ve ıslahını mümkün kılmak için yapılacak bir şey var mı, onu merak ediyorum. Bilmem anlatabildim mi?

#Recep Tayyip Erdoğan
#Sosyoloji
#İmam Hatip Lisesi
#28 Şubat