Elif Şafak’ın ilk romanı yayınlandığında dönemin iyi kitap dergilerinden birinde ismi bende mahfuz iki arkadaşım onunla bir söyleşi yapmışlardı. Elif Şafak’ı değil tabii ama arkadaşlarımı önemsediğim için söyleşiyi okumuş, Şafak’ın kendini izah edişine ve edebiyata bakışına bayılmıştım. Bir süre sonra söyleşiyi yapan arkadaşlarımla görüştüğümde Şafak’ın söyleşisinden övgüyle bahsettim. Aldığım cevap şu oldu: “Abicim, romanı yayınlanan yayınevi ‘bu kızı parlatmamız lazım’ dedi, biz de kendimiz sorup kendimiz cevapladık söyleşiyi. Orada Şafak’ın kendine ait tek bir cümlesi yok.”
Elif Şafak ne zaman bir şey söylese hep bu mesele gelir aklıma ve sürekli tekrarlarım: “Orada Şafak’ın kendine ait tek bir cümlesi yok.”
Ayasofya Cami-i Kebir’i aslına rücu edip ibadethane haline gelince Elif Şafak’ın sosyal medyada canhıraş şekilde Türkiye’yi suçladığı mesajını görüp yine kurdum aynı cümleyi: “Orada Şafak’ın kendine ait tek bir cümlesi yok.”
Şafak, kültür endüstrisinin oluşturduğu devasa iktidarın basit, sıradan, kullanışlı bir aparatı sadece… Aparatlaşmayı seçmenin karşılığını da alıyor, bedelini de ödüyor. Karşılığı zenginlik, popülerlik, tanınırlık oluyor. Bedeli ise şu: Ne zaman isterlerse, hatta daha da kötüsü istemeseler bile “tedavi kabul etmez bir sömürge aydını” olarak çan şeklindeki şapkasını takıp ülkesine çemkirmek!
Mesajını “buraya” değil dünyaya verdiği için İngilizce atan Şafak, mealen şöyle diyor: “Ayasofya’nın Türk hükümeti tarafından camiye çevrilmesi çok talihsiz, çok kötü bir karar. Tarihe ve çoğulculuğa saygısız bir karar. Bu dünya mirası müze olarak kalmalıydı, kapıları herkese açık olmalıydı. Ayasofya’nın kubbesi tüm insanlığı kucaklayacak kadar büyük.”
Ülkesini dünyaya şikâyet etmek için doğrudan yalan söylemesi gerekmiyor aslında Şafak’ın ama o nedense bunu tercih ederek açıkça yalan söylüyor. Bir “dünya mirası” olan Sultanahmet Camii, ibadethane statüsü taşımaya devam ederken kapılarını din, ırk, dil ayrımı yapmadan herkese açık tutmasa deriz ki “Vallah kadın haklı.” İstanbul’da 80’i aşkın kilisede an itibariyle fiili olarak ibadet edilmese deriz ki “Vallah kadın ‘çoğulculuğa saygısız’ derken haklı.”
Fakat Ayasofya’nın müzeden ibadethaneye dönmesi ne çoğulculuğa zarar verir ne de Ayasofya’nın dünya mirası olmasını engeller. Esasında çoğulculuğun köküne darı eken Kamalist tecrübeyle hesaplaşma cesareti göstermeden memleketteki farklı dinlerin ileri gelenleriyle düzenli ilişki geliştiren, azınlık malları sorununu kökünden çözen Türkiye hükümetine rahatça çemkirmek de az yüzsüzlük istemez hani.
Gerçi Elif Şafak, “Ben aslında biseksüelim, Türkiye’de bunu söyleyemedim, çok baskı gördüm aney aney” isimli enstalasyon çalışmasını yapıp sıradaki romanının dünya haklarını garantiye almasından “tıynetini” bildiğimiz bir isim. Eh, hem eş durumundan hem Zaman Gazetesi sevdasından FETÖ ile iltisakına da kaniyiz. Dolayısıyla Ayasofya’da şafak sökerken “zombileşmesine” şaşırmadım. Sadece şunu söylemek istiyorum aslında: “Kendi sözünü söyleyemeyen insandan bir yol olmuyor, olmayacak.”
Ayasofya’nın ibadete açılmasını “Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmek, dünyanın geri kalanına ‘artık seküler değiliz’ demektir” mesajıyla karşılayan Orhan Pamuk’u asla Elif Şafak gibi değerlendirmediğimi de eklemiş olayım. Bence Pamuk, seküler olmamayı hakikaten ürkütücü buluyor. Ve bunu da samimiyetle ifade ediyor. Ne var ki Pamuk’un gözden kaçırdığı iki önemli nokta var. İlki, “devlet bazında seküler konsept”in tüm dünyada epeyce eskiyip yorgun düştüğü gerçeği. Yani dünyaya “artık devlet konsepti bakımından seküler değiliz” dediysek bile önemi haiz bir durum yok ortada. İkincisi ise daha sosyolojik bir mesele… Pamuk, Türkiye’nin sekülerleşmesinin böylesi hamlelerle duracağını düşünüyorsa endişe etmesin. Her tür ve inançtan orta sınıfımız “bireysel sekülerleşme”ye bayılıyor. Ayasofya’nın açılması vız gelir tırıs gider yani.
Belki toplamda şunu da eklemek lazım. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinden rahatsız olan, bunu yanlış bulan kesimin iki prototipinden biri Şafak ise, diğeri de Pamuk. Şafak sahtenin sahtesi bir zombi ve tek derdi memlekete düşmanlık etmek. Pamuk ise yanılsa da samimiyetle endişesini izhar ediyor. (Tabii ki sadece Ayasofya meselesine tepkisinden hareketle söylüyorum.)
Bu iki “arketip”i birbirinden tefrik etmek lazım gelir. Yani şu: Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine karşı çıkan herkes memleket düşmanı değil. Fakat bütün memleket düşmanları Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine karşı çıkıyor. Meselenin anahtarı, bu iki kümenin “bağımsız” alanını da “keşişim” alanını da doğru tespit edebilmekte. Türkiye’nin boşu boşuna yıpranıp zaman ve enerji kaybettiği alanlar oralar zira...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.