Ergenekon’dan çıkış

04:0017/11/2024, Pazar
G: 17/11/2024, Pazar
İhsan Aktaş

Bilindiği gibi emperyalistler, kendi dışlarındaki milletlerin bütün kavramlarını ve efsanelerini yok ederek, o milletleri geçmişlerinden utanan, aşağılık kompleksi içinde yaşayan bireylere dönüştürmüşlerdir. Tek Parti döneminin yazar ve çizerlerinin, İngiliz, Fransız ve Yunan işgalcilerini bir kenara bırakıp Osmanlı Devleti’ne, Sultan Abdülhamid’e, dine ve diyanete düşmanlıklarını başka nasıl açıklayabiliriz? Bu geniş çaplı taarruzu bir kenara bırakıp, FETÖ casus şebekesinin Türk milletinin tarihinde

Bilindiği gibi emperyalistler, kendi dışlarındaki milletlerin bütün kavramlarını ve efsanelerini yok ederek, o milletleri geçmişlerinden utanan, aşağılık kompleksi içinde yaşayan bireylere dönüştürmüşlerdir. Tek Parti döneminin yazar ve çizerlerinin, İngiliz, Fransız ve Yunan işgalcilerini bir kenara bırakıp Osmanlı Devleti’ne, Sultan Abdülhamid’e, dine ve diyanete düşmanlıklarını başka nasıl açıklayabiliriz?

Bu geniş çaplı taarruzu bir kenara bırakıp, FETÖ casus şebekesinin Türk milletinin tarihinde önemli bir destanı ve Türk milletinin tarih sahnesine yeniden çıkışını sembolize eden “Ergenekon” ismini itibarsızlaştırma girişimlerine ne demeli? Bu mankurtların, bu meseleleri dizayn edecek zerre kadar akıl ve fikir sahibi olmadıklarını biliyoruz. 2010’lu yıllarda Ali Bulaç, bir konuşmasında “Ben fikir adamıyım, fikrin kıratını bilirim. Bir yerden bir fikir geliyor; hem gönderenin hem de taşıyanın kapasitesini aşan fikirler. Bu adamlara bu konular hazırlanıp veriliyor,” demişti.

Bizler, kültürel emperyalizmin bütün değerlerimizi yok etme çabasına karşı inatla kendi kavramlarımızı kullanmaya devam edeceğiz. Ne tarihimizden ne dinimizden ne de binlerce yıllık adet ve geleneklerimizden utanacağız. Bizi var eden değerleri bir onur nişanı gibi taşımaya devam edeceğiz.


ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ VE DÜNYA SIYASETI

ABD seçimleri bittikten sonra, dünya siyasetinde stratejik öneme sahip bütün devletler, yeni ABD başkanının dünya siyasetine ne kadar etki edeceğini hesaba katıyor. Avrupa Birliği ülkeleri yalnız ve sahipsiz kalmaktan korkuyor, İran tedirgin, Ukrayna kâbus görmeye başladı. Rusya bu durumdan kârlı çıkacak gibi görünüyor, Çin ise sakin bir şekilde bekliyor. Ticari kotaların ve Tayvan ablukasının ince hesaplarını yapıyor. Daha birçok ülke, yeni yönetimin dünyayı nasıl etkileyeceğini muhasebe etmek zorunda hissediyor.

Dünyanın büyük devletlerinin yaptığı bu muhasebeyi, ülkemiz de yapmak zorundadır. Ekonominin kırılganlığı, Suriye’deki terör yapılanması, devam eden İsrail-Filistin-Lübnan savaşı, Doğu Akdeniz gerilimi gibi meseleler, ABD’de olup bitenlerin en az Avrupa Birliği ülkeleri kadar Türkiye’yi de ilgilendirdiğini göstermektedir.

30 yıl önce, bu tür değişimleri fazla endişeyle takip etmiyorduk. NATO konsepti gereği, bütün alanlarda bir teslimiyet hâlinde olduğumuz için Batı tezleriyle mutabakat halindeydik. Askerî yardımların Türk-Yunan dengesini bozmaması dışında bir dış politika endişemiz yoktu.

Bugün ise Türkiye, iddialı bir şekilde tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Bölgesel bir güç olarak birçok alanda kendi menfaatlerini merkeze almayı başarmış ve doğal olarak sömürgeci imparatorluğuyla birçok alanda çatışmaya girmiştir. Kafkasya, Afrika, Orta Doğu ve Akdeniz’de, Türkiye’nin tezleriyle bölgeyi sömürge mantığıyla yönetenler arasında derin çatışma alanları bulunmaktadır.


ÇIKIŞ YOLU

ABD’deki gelişmelerden ve dünyada olup biten jeopolitik gerilimlerden daha az etkilenmek, daha fazla fayda sağlamak için Cumhur İttifakı’nın devrimciliğinin yön değiştirmemesi zorunlu hâle gelmiştir.

Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanımızın coğrafyanın tamamında bir umut olarak görülmesinin ve ülkemizin bölgesel bir güç hâline gelmesinin birkaç temel sebebi vardır. Son yirmi yılda, bütün dünyada Batı desteği olmadan kalkınmasını ve büyümesini başaran iki devlet bulunmaktadır: Çin ve Türkiye. Türkiye, kalkınmanın yanı sıra dış politikada tarihsel misyonunu yeniden üstlenmiş ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan, bu misyonu olağanüstü bir şekilde temsil etmiştir. Geri kalmışlık sendromunu yaşayan milletler, Türkiye’yi ve Erdoğan’ı kendi gelecekleri için bir umut olarak görmektedir.

Dünyadaki gelişmelerden daha az etkilenmek ve daha dirençli bir yapıya kavuşmak için şu reformlar yapılmalıdır:

1. Yeni Anayasa
: Son günlerde Cumhurbaşkanımız ve Devlet Bahçeli’nin gündeminde olan, Türklerin ve Kürtlerin gelecek yüzyılı birlikte inşa etme düşüncesini de kapsayan bir anayasa, tam bir toplumsal mutabakata dönüşebilir. Bu, Türkiye’nin iç meselelerini çözerek enerjisini küresel risklere odaklamasını sağlayacaktır.
2. Hukuk düzeninin yeniden inşası
: Anayasa yapımının ardından, adalete dayalı bir hukuk sistemi inşa edilmelidir. Toplumun adalete güvenini artıracak bir düzen, Türkiye’nin ikinci yüzyılı için sağlam bir temel oluşturacaktır.
3. Dijital devrim ekonomisi
: Hükümetin altyapı ve kalkınma konularındaki başarısı, yeni sanayi devrimleri için bir temel oluşturmuştur. Dijitalleşme ve inovasyonla bu süreç daha da ileri taşınmalıdır.

Pandemi sonrası dünyada kolay kazanç fikri yaygınlaşmıştır. Gelir adaletsizliği ve haksız kazanç yollarının açık olması, dürüst çalışan insanları umutsuz hale getirmektedir. Üretim seferberliği, hukuki güvence ve gelir adaletini sağlayarak, geleceğe güvenle bakan, iç sorunlarını çözmüş, üreten ve misyonunu güçlendirmiş bir Türkiye, küresel risklerden daha az etkilenir bu durum bir de PKK terörünün bitmesiyle önü alınamaz bir vizyona dönüşür, görelim Mevla neyler.

#ABD
#Akdeniz
#İsrail
#Lübnan
#Türkiye
#İhsan Aktaş