Erdoğan vizyonu ile siyaset arasındaki uçurum derinleşiyor

04:0028/07/2024, Pazar
G: 28/07/2024, Pazar
İhsan Aktaş

Önceki gün, Erdoğan’ın yüksek teknoloji yatırım teşvik programıyla ilgili konuşmasını dinledim. Türkiye’nin sanayi ve teknoloji üretimine sınıf atlatacak bir vizyon açıkladı. Konuşması salt ilgili konuyu kapsamıyordu. Düşünsenize, bir lider milletinin önüne düşüyor, ülkenin bütün altyapı yatırım ihtiyaçlarını karşılıyor ve ülkesini teknik altyapı anlamında Almanya seviyesine getiriyor. Uluslararası ilişkiler açısından da Türkiye’yi ABD, Rusya, Çin ve İngiltere düzeyinde vizyon üretecek seviyeye

Önceki gün, Erdoğan’ın yüksek teknoloji yatırım teşvik programıyla ilgili konuşmasını dinledim. Türkiye’nin sanayi ve teknoloji üretimine sınıf atlatacak bir vizyon açıkladı. Konuşması salt ilgili konuyu kapsamıyordu.

Düşünsenize, bir lider milletinin önüne düşüyor, ülkenin bütün altyapı yatırım ihtiyaçlarını karşılıyor ve ülkesini teknik altyapı anlamında Almanya seviyesine getiriyor. Uluslararası ilişkiler açısından da Türkiye’yi ABD, Rusya, Çin ve İngiltere düzeyinde vizyon üretecek seviyeye taşıyor.

Tarihsel misyonun tekrar canlanmasının ardından büyük devletlerin dünyayı kaosa sürüklediği bir dönemde “Türkiye Yüzyılı’’ vizyonunu dillendirerek, kendi bölgesinde bir adalet ve barış iklimi yaratmayı amaçlamıştır.

Yüksek teknoloji perspektifini dinlerken Erdoğan, ülkenin gelmiş olduğu her aşamanın ilerisine yeni bir vizyon daha koyması ancak tarihi şahsiyetlere nasip olan bir vizyondur.

Liderlik düzeyinde bu kadar yüksek bir vizyon başını alıp gitmişken, liderin arkasından gidenler, parti ve hükümet sanki ayrı bir ekosistemin bir parçası gibi duruyor.

Halk, 2010’lu yılların AK Partisini özlüyor. Parti, Genel Merkez’den başlayıp bir hanede tek başına yaşayan bir vatandaşa kadar 360 derece işleyen siyasi bir mekanizma kurmuştu. Vatandaşın talepleri, ne düşündüğü başbakana kadar ulaşıyor, parti bu talepleri siyasete dönüştürüyor, hükümete ve Meclis’e uygulatıyordu.

Siyaseti yakından takip eden birçok kişiden dinledim; kahvehanelerde, üniversite kantinlerinde, akademik bir masada konuşulan bir mesele salı günü grup toplantısında gündem olur, bu durum herkesi şaşırtırdı.

AK Parti, hayatın içinde yaşayan, hayatın ritmini takip eden, milletin var olan sorunlarına karşılık vermekte gecikmeyen bir parti idi. Bütün bunları yaparken oldukça sofistike davranışlar sergiler, bir konuyu ele alacağı zaman konuyu toplum genelinde tartışmaya açar, kamuoyunda tartıştırır ve milletin konuya bakışını iyice özümsedikten sonra adımını atardı. Türk siyasal ortamının hiç de alışık olmadığı bu sofistike siyaset yaklaşımı, muhalefeti dumura uğratırdı.

AK Parti hükümetleri, vesayetle mücadele, bireysel hürriyetlerin teminat altına alınması, din ve vicdan hürriyeti konularında risk almaktan çekinmedi ve lider ve partinin korkusuzluğu, gadre uğramış Anadolu halkını Erdoğan arkasında kenetledi.

Bu vatan kimin: Türkiye’nin başına gelen FETÖ temelli krizler ve Başkanlık Sistemi’ne geçildikten sonra, parti siyaset üretiminden uzaklaştı. Belli dönemlerde muhalefette bir hareketlenme olur, Erdoğan’ın konuya el atması meselenin halline kâfi gelirdi.

Son günlerde gelişen birkaç konu üzerinde bir vaka analizi yapalım. Sokak hayvanları yasa çalışması başladı. Toplum bu meselenin çözülmesini istiyor. Hükümet bu konuda halkın yararına olacak çalışmayı başlattı. Muhalefet konuyu öyle bir noktaya taşıdı ki sanki köpek katliamı yasası çalışması yapılıyor gibi.

Sn. Cumhurbaşkanı devreye girip etkili bir konuşma yapana kadar kimse konuyu üzerine almadı. Bu konuşmadan sonra kimse bu cümleleri tekrarlamadı. Ayrıca konu hakkında siyaset ve hükümet tarafından kamu diplomasisi çalışması yapılmadı.

Seçimden önce de ızdırabını hissederek bir örnek üzerine yoğunlaşmıştım; Yeryüzünde mazlumların umudu olan ve HAMAS’ı kendi topraklarını savunan Kuvayi Milliye olarak tanımlayan, ulusal ve uluslararası arenalarda soykırımı açıktan kınayan, insanüstü gayret gösteren bir lider, muhalefet tarafından İsrail’e yardım etmekle suçlandı. Konuya mal bulmuş mağribi gibi atlayan YRP, CHP tarafından taşıyıcı anne olarak kullanıldı. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın en güçlü olduğu konuda resmen üstünlük ortaya koydular ve seçime bu psikoloji ile girildi.

Seçim bittikten sonra büyük dehalar ortaya çıktı: Gazze’ye en çok yardım yapan ülke olduğumuzdan tutun da birçok yeni tez ortaya atıldı. Ve İsmail Haniye’nin Türkiye ziyareti oldu. Fakat seçim bitmişti. Seçimden önce bu işin sahipleri ve aktörleri kimlerdi? Muhalefet toplum psikolojisini yönetirken, kendilerini ekranlarda Reis’in yanına sıkıştıran insanlardan neden sadra şifa bir söylem çıkmadı?

Hükümetler icraat yapar, siyaset mekanizması siyaset üretir ve söylem üstünlüğü ortaya koyar. Siyaset üretimi olmadan üretilen hiçbir icraatın toplumsal karşılığı olmuyor.

Millet neden AK Partiyle konuşmak istiyor ve beklentisi yüksek? Çünkü AK Parti’nin bu işleri önceki yıllarda başarılı bir şekilde yaptığını biliyor.

Refah Partisi bir durgunlukla karşı karşıya kaldığı zaman elinde iki büyük avantajı vardı. Erdoğan gibi geleceği yeniden kurgulayacak güçlü, alternatif bir lideri vardı. Aynı zamanda iyi yetişmiş, idealist, dünyayı değiştireceğine inanan 100 bin kişilik bir kadrosu vardı.

Liderler idealist kimliklerdir; büyük hayaller kurar ve onun arkasından giderler. Erdoğan’ın var olan devrimlerinin içselleştirilip sahiplenmesi dahi bu partiyi 100 yıllık parti olarak yaşatır.

Erdoğan vizyon koymaya devam ederken, siyasi cephe sanki başka bir dünyada yaşamaktadır. Siyaset kolektif şuurla yapılan bir iştir. Ankara’da siyaset üretimi durduğu an, nahiyedeki memur, ayaklarını uzatır iş yapmaz. Biz henüz İngiltere kadar kurumsal bir devlet değiliz; devlet mekanizmasını ancak siyasetin motivasyonu çalıştırır.

#politika
#Türkiye
#Recep Tayyip Erdoğan
#Cumhurbaşkanı