Erdoğan devrimleri kalıcı bir paradigmaya dönüşebilir mi?

04:001/01/2025, Çarşamba
G: 2/01/2025, Perşembe
İhsan Aktaş

Ülkelerin tarihleri boyunca liderler son derece önemli roller üstlenmiştir. Bazen bir liderin kaderi, bir milletin kaderiyle özdeşleşir. Bu özdeşleşme, büyük devrimlere kapı aralayabileceği gibi yıkımlara da yol açabilir. Yıllar önce Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetlerinin altyapı ve kalkınma alanlarındaki olağanüstü başarılarına kıyasla kültür ve eğitim alanlarında neden benzeri bir başarı gösteremediğini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tartışmaya açmıştı. Türk Tarih Kurumu ile

Ülkelerin tarihleri boyunca liderler son derece önemli roller üstlenmiştir. Bazen bir liderin kaderi, bir milletin kaderiyle özdeşleşir. Bu özdeşleşme, büyük devrimlere kapı aralayabileceği gibi yıkımlara da yol açabilir.

Yıllar önce Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetlerinin altyapı ve kalkınma alanlarındaki olağanüstü başarılarına kıyasla kültür ve eğitim alanlarında neden benzeri bir başarı gösteremediğini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tartışmaya açmıştı. Türk Tarih Kurumu ile ilgili bir toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan vizyon belgesi niteliğinde bir konuşma yapmış; kültür, dil, tarih, gelenek gibi alanlardaki kör noktalara işaret etmişti.

Bu konuşma sırasında “Başta kurum temsilcileri olmak üzere protokolde oturanlar, yarın bu ufuk açıcı konuşma ile ne kadar ilgili olacak?” diye kendi kendime sormuştum. Büyük ihtimalle Ankara bürokrasisi, bir önceki günkü gibi hayatına devam edecek diye düşünmüştüm.

Türkiye’de çok önemli devrimler yapıldı. Demokrasi devriminden altyapı ve teknoloji devrimine kadar sayısız alanda dönüşümler gerçekleştirildi. Fakat bu devrim ikliminde dikkatimi çeken bir sorun, akademinin Erdoğan devrimlerinin bir parçası olmayı bırakın bu konuda sessiz kalmayı tercih etmesi oldu. Bu sorun başlı başına incelenmeye değer.

PARADİGMALARIN KALICILIĞI VE AKADEMİ

Bir liderin geliştirdiği iç politik paradigma ve küresel diplomasi vizyonu, icraatlar yoluyla uygulamaya yansıdığı ölçüde anlam kazanır. Fakat siyasi bir paradigma, akademik bir hüviyete kavuşmazsa unutulmaya mahkûm olur. Batılı devletler, sömürge imparatorluklarını kurarken başta Aydınlanma felsefesi olmak üzere bilimsel kurumlar üzerinden modern devletlerin oluşum sürecinde yazılı bir müktesebat oluşturdu. Dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde başka milletlerin dil, tarih ve coğrafyası üzerine olan metinler dahi Batılı bilim insanları tarafından kaleme alındı. Tüm bu gelişmeler sanat yoluyla ölümsüzleştirildi.

Türkiye’de 200 üniversite var ve bu üniversiteler içinde kendi geleneklerini oluşturmuş önemli kurumlarımız mevcut. Fakat bu kurumların yöneticilerinin birçoğu, Cumhuriyet’i demokratikleştiren Erdoğan devrimlerini güçlendirmek yerine tek parti döneminden beri Birinci Cihan Harbi’nin galibi olan Batılı devletlerin safında yer almış ve kendi halkını aşağılamış Jakoben bilim insanlarına yaranma endişesiyle hareket ediyorlar.

Batılı devletler, kendi sömürge imparatorluklarını inşa ederken diğer milletlerin sefaletini planlamış ve Batılı olmayan tüm milletleri “Afrikalı köle” konumuna indirgemiştir. Türkiye’de başta akademik kadrolar olmak üzere bu sömürü düzenine gönüllü bir şekilde uyum sağlanmış, bu tiyatro oyununda bize layık görülen rol hevesle sahiplenilmiştir.

BATI MEDENİYETİ VE TÜRKİYE’NİN AKADEMİK EKSİKLİĞİ

Geçtiğimiz ay Fransa’nın önemli bir üniversitesinde İsrail’in Gazze soykırımını ele alan uluslararası bir konferans düzenlendi. Konferansın temel sorusu, İsrail’in Gazze işgali sırasında devletler ile halklar arasında ortaya çıkan ayrışmaydı. Konferansta Prof. Nevzat Çelik, Türkiye’nin Filistin meselesindeki tezlerini anlatan bir sunum gerçekleştirmiş, konferanstaki sunumları özetleyen bir makale yayımlamıştır. Oysa İstanbul’daki devlet üniversitelerinden birinde böyle bir konferans düzenlenebileceğini hayal etmek dahi zor.

ERDOĞAN DEVRİMLERİNİN KALICILIĞI

“Türkiye Yüzyılı” şeklinde özetlenen ve Türkiye’nin demokratik gelişimini hedefleyen Erdoğan devrimlerinden önce Türkiye, ulus-devlet kalıbına sıkıştırılmış, millî güvenlik sorunlarıyla boğuşan vasat bir devlet konumundaydı. Erdoğan devrimleri, Türkiye’nin tarihî misyonu ile “Büyük Türkiye” hayalini ortaklaştırdı. Anti-demokratik bir geleneği temsil eden CHP’ye rağmen NATO konsepti içinde sıkışmış Türkiye’yi demokratikleştirerek tüm vatandaşların eşit olduğu ortak bir vatan hâline getirdi.

Son yirmi yılda Batılı devletlerin desteği olmadan kalkınmasını tamamlayan tek ülke, Çin’den sonra Türkiye oldu. Bugün Türkiye’nin dış politikadaki etkisi, bölgesel bir güç olmanın ötesinde küresel bir boyut kazandı. Özellikle Suriye iç savaşıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilkeli ve rasyonel adımlarıyla küresel liderlik pozisyonu kazanmış, Türkiye tüm küresel dengelerin odağına yerleşmiştir.

BÜYÜK DEVLETLER VE KÜLTÜR MİRASI

Büyük devletlerin büyüklüğü, yalnızca ekonomik ve askerî güçleriyle ölçülmez. Bir devletin tarihî misyonu, kütüphanelerindeki eserlerin sayısı ve yetişmiş insan gücüyle de değerlendirilir. Türkler, tarih boyunca büyük imparatorluklar kurmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nu medeniyete dönüştürmüş bir millettir. Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu yüksek kültür, mimari, edebiyat, musiki ve bilimsel çalışmalara yansımış; Osmanlı tebaası olan tüm milletler bu yüksek kültürün bir parçası olmuş; Dimitri Kantemir’den Tatyos Efendi’ye kadar pek çok milletten bilim insanı ve sanatçı bu kültüre katkı sağlamıştır.

KARŞI DEVRİM RİSKİ

Uygulanan politikaların kalıcı bir paradigmaya dönüşebilmesi için yalnızca başarılı olmaları yeterli değildir, aynı zamanda akademik alanda ele alınmaları gerekir. Ülkenin geçirmiş olduğu büyük sosyolojik değişimler, dış politika uygulamaları akademi tarafından ele alınıp müzakere edilmedikçe, bu konular üzerine tez çalışmaları yapılmadıkça, uluslararası literatüre bu bilgiler aktarılmadıkça olup bitenler on yıl sonra bir efsane gibi anlatılıp hafızalardan silinir.

Tarih boyunca büyük imparatorlar, adamlarını saraylarına davet etmiş, imparatorluklarını edebiyat, kültür, sanat ve ilim yoluyla güçlendirmişilerdir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’a elçi olarak gelen dönemin meşhur âlimlerinden Ali Kuşçu’yu Sahn-ı Seman Medresesi’ne müderris yapmıştı. Rivayet odur ki Gazneli Mahmud, Firdevsî’ye Şehnâme’yi yazdırarak ülkesinin etrafını kale duvarları yerine aşılmaz kültür duvarları ile örmüştür.

Her devrimin bir karşı devrim riski vardır. Üzerinde devrim yaptığınız medeniyet, Batı medeniyetinin kodları ile hareket ediyorsa ve bu medeniyet kendi dışındaki tüm medeniyetleri “hurafe” olarak addediyorsa karşı devrimin hâlâ güçlü kozları var demektir. Dünya sisteminin ve içerideki temsilcilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne kadar diş bilediğini, son genel seçimlerde küresel medya aktörlerinin çabalarından görmek mümkündür.

Sonuç

Bugün Türkiye, geçmişini yeniden yorumlayan ve onu geleceğe taşıyan rasyonel adımlar atan bir liderin önderliğindedir. Fakat akademinin hâlâ Jakoben zihniyete yönelmiş politik manevralar içerisinde bocalaması, bu devrimlerin kalıcı bir paradigma hâline gelmesini zorlaştırıyor.

Erdoğan politikaları yazılmalı, çalışılmalı ve iç siyasetten dış politikaya, altyapı devrimlerinden teknolojiye kadar pek çok başlıkta Erdoğan devrimlerinin niteliği akademik araştırmalar yoluyla ele alınmalıdır. Osmanlı ve Selçuklu imparatorluklarından bahsederken bir medeniyetten bahsediyoruz. Oysa Timur İmparatorluğu’ndan geriye bir arşiv kalmadı.

Erdoğan devrimleri ancak mütefekkirlerin ve akademinin derinlemesine ele alıp kayda geçirmesiyle kalıcı bir paradigma haline gelebilir. Vesselam.

#Türkiye
#Hayat
#Vizyon 2025
#İhsan Aktaş