Bu millet, 200 yıldır emperyalizme karşı amansız bir mücadele verdi. Osmanlı’nın son yüzyılı Batı sömürge imparatorluğunun fiili işgali ile geçti; adım adım İslam dünyasının tamamını işgal ettiler. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Osmanlı Devleti emperyalistlere teslim olmuş ve yeryüzünde seccade serilecek bir karış toprak parçası kalmamıştı. Bir yüzyıl işgallerle uğraşan bu büyük millet, ikinci yüzyılda kültürel emperyalizme maruz kaldı. Batılı devletler, birçok ülkeyi doğrudan yönetirken, bir kısmını
Bu millet, 200 yıldır emperyalizme karşı amansız bir mücadele verdi. Osmanlı’nın son yüzyılı Batı sömürge imparatorluğunun fiili işgali ile geçti; adım adım İslam dünyasının tamamını işgal ettiler. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Osmanlı Devleti emperyalistlere teslim olmuş ve yeryüzünde seccade serilecek bir karış toprak parçası kalmamıştı.
Bir yüzyıl işgallerle uğraşan bu büyük millet, ikinci yüzyılda kültürel emperyalizme maruz kaldı. Batılı devletler, birçok ülkeyi doğrudan yönetirken, bir kısmını finans, güvenlik ve teknoloji tekelleriyle dolaylı olarak yönetmeye devam ettiler.
Batı sömürge imparatorluğu hiçbir ülkenin sistem dışı ve doğrudan bağımsız olmasını istemiyordu. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın kutlandığı bu günlerde, işgalci yok, işgal eden yok, Anadolu’yu baştan sona yağmalayan yok; İngilizler sanki bu topraklarda hiç asker postalı gezdirmemiş gibi, İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği ve ayrıldığı günün bilgisi tarih şuuru taşıyan insanların hafızasında dahi yeri yoktur. Tam anlamıyla bu bir kuşatılmışlık ve kültürel emperyalizmdir.
Bu millet büyük imparatorluklar kurmuş ve tarih yazmış bir millettir. Bir yandan topraklarımız işgal edilirken, diğer taraftan tam bağımsız vatan ve sömürge karşıtlığı fikri bu topraklarda yeşermişti.
Tek parti döneminde, özellikle 1938-1950 arası, bu milletin kendine ait olan her şeye düşmanlık yapıldı. Batılı emperyalistler adına, devletin bütün imkanları kullanılarak bu düşmanlık halkın kafasına yerleştirildi. Hürriyet ve bağımsızlık ruhu sönmeyen bir ateş gibidir. 1950’den sonra adım adım bu millet kaybedilmiş bütün haklarını geri aldı.
Türkiye’deki dindarlar, İslamcılar ve milliyetçiler bir taraftan devletin jakobenler ve batıcılık adına ellerinden alınan hakları geri almaya çalışırken, diğer taraftan devlet düşmanlığı yapmadılar; solcular ve benzeri gruplar, devleti yıkmak ve varlığını ortadan kaldırmak için bir çaba sarf ederken, milliyetçiler ve Milli Görüşçüler kendilerine zulmeden devleti bir gün var etmek ve büyütmek, gerçek düşmanlarıyla mücadelelerini sürdürmek için hayal kurdular. Çünkü bu milletin gerçek düşmanları emperyalistlerdi.
Cumhuriyet’in demokratikleşmesi 1970’li yıllarda hayal edilmesi dahi zor bir durumdu. Tek parti yönetimi 1960 darbesi NATO konsepti, sistemin ABD’ye bağımlı hale gelmesine yol açmıştı. Vesayet yönetimi, askeri müdahaleler, ekonomik krizler ve batılıların çıkarları dışında başka bir çabası olmayan yönetimler ülkeyi iflasa sürükledi.
Bu milletin iki yüzyıllık var olma mücadelesi önce AK Parti, ardından Cumhur İttifakı vizyonuyla bir davaya dönüştü: Büyük Türkiye davası.
Son yerel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi, sıfır hizmet, abartılı iletişim, iktidar yorgunluğu ve dar gelirlilerin memnuniyetsizliğinden kaynaklanan haksız bir başarı elde etti. CHP, haksız bir şekilde elde ettiği başarıyı kendi hanesinde kalıcı hale getirirken, AK Parti, bu ülkede yapmış olduğu devrimleri ve yatırımları bir gecede unutmuş gibi sessizliğe büründü.
2021 yılında AK Parti’nin ikinci yirmi yılı makalesini yazdığımda, parti içindeki siyasi atmosfer bugünkünden farklı değildi. Pandemi sonrası AK Parti sokağa indi, halkın içine karıştı, kendine inandı ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı.
Parti yönetiminde ilginç bir bakış açısı var: Başarılı bir sonuç varsa bunu verili durum olarak ele alıyor, başarısızlık varsa onu da olduğu gibi kabul ediyor. Oysa partilerin misyonu oyun kurmak ve oyun değiştirmektir.
Geriye dönük on yıl içerisinde %50’ye yakın oy, hizmetlerden kaynaklı memnuniyet, orta halli ekonomi ve güçlü liderlik ile AK Parti, bu avantajlardan dolayı bir siyasal çaba ve politika üretme ihtiyacı hissetmeden siyaset yapabildi. Başkanlık sistemine geçildikten sonra, yeni sistemin siyaset, meclis ve hükümet arasındaki dengenin tam olarak kurulamamasının da bu psikolojiye etkisi vardır.
AK Parti için on yıl geçerli olan siyaset biçimi, on yıl sonra geçerli değil. Hizmet ve yatırımlar AK Parti’yi bugünkü seviyesinde tutuyor. Var olan hizmetlerin benimsenip misyona dönüşmesi ve yeni siyaset üretimi AK Parti’nin kapısına dayandı.
Türkiye devlet bürokrasisi Almanya kadar kurumsallaşmış bir devlet değil. Siyaset güçlü, canlı ve siyaset üreten dönemlerde çalışır, güç kaybolduğunda ise kağnı arabasına dönüşür. AK Parti’nin düzelttiği bütün bozuk mekanizmalar, AK Parti döneminde dahi eski sistem gibi çalışmaya başlar.
23 yıllık siyasi bir müktesebat oluşturan AK Parti siyaseti, fazilet ve kusurlarıyla ilgili onlarca başlık açılabilir. İbn Haldun geleneğine bağlı birisi olarak, her zaman geleceğin geçmişten daha iyi olacağına inanıyorum. AK Parti’nin geleceğini bir cümleye indirgeyebiliriz: Siyaset üretecek, geleceğe dair yeni vizyon koyacak, yeni fikirleri, yeni siyaseti ve yeni aktörleri bulur. Yola çıkıp ileri doğru vizyon koymak, gerideki kusurları da tedavi eder.