Yeni başlangıçlar için

04:0026/06/2019, Çarşamba
G: 26/06/2019, Çarşamba
İbrahim Tenekeci

İyi bir başlangıç yapmayı bile büyük başarı olarak görenlerdeniz. Bunun adı kanaat midir, ufuk darlığı mı, bilemiyorum.Siyasî bağımsızlığın birinci şartı, iktisadî bağımsızlıktır. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ordusunu teslim etti ama sanayisini teslim etmedi. Biz hem sanayi ülkesi olamadık hem de tarım ve hayvancılığı garip bıraktık.Bir yıldır özellikte takip ediyorum. İşsizlik rakamlarıyla beraber fabrika, büyük imalathane ve çok işçili atelye yangınları da artıyor. Neredeyse her gün

İyi bir başlangıç yapmayı bile büyük başarı olarak görenlerdeniz. Bunun adı kanaat midir, ufuk darlığı mı, bilemiyorum.



Siyasî bağımsızlığın birinci şartı, iktisadî bağımsızlıktır. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ordusunu teslim etti ama sanayisini teslim etmedi. Biz hem sanayi ülkesi olamadık hem de tarım ve hayvancılığı garip bıraktık.

Bir yıldır özellikte takip ediyorum. İşsizlik rakamlarıyla beraber fabrika, büyük imalathane ve çok işçili atelye yangınları da artıyor. Neredeyse her gün bir ekmek teknesi bu şekilde kapanıyor. Sayının çokluğu ve hızlı artışı karşısında şüpheye düşen kaç kişi çıkar?

İşsizlik demişken... Eyüp Sultan beldesinde Nişancı Feridun Ahmed Paşa türbesi bulunuyor. Hızır Baba olarak da bilinir. İnsanlar türbenin duvarına dilek ve isteklerini yazıyor. Belli aralıklarla oraya gider, duvardaki yazıları okur ve genel durumla ilgili ‘fikir sahibi’ olmaya çalışırım. Son zamanlarda iş bulma dilekleri çok daha fazla yazılıyor. Kimi kendine, kimi eşine veya evladına iş istiyor. Her şeyi ekonomi sayfalarında, para bültenlerinde bulamayız. Oralarda rakamlar, buralarda hayatlar var.

***

Uzunca bir süredir Anadolu topraklarını geziyorum. Birinci sınıf tarım arazilerinin yirmi yıl içinde nasıl azaldığına ve ne hale geldiğine yakından şahitlik ettim. Birçok ülke denizi doldurup tarım arazisi elde ederken, biz en kıymetli topraklarımızı moloz döküm sahası yapmaktan çekinmiyoruz.

Hem ülkenin önemli kısmında tarım ve hayvancılık geriliyor, hem fabrikalar kapanıyor. Bunun elbette birçok nedeni var.

Son yıllarda komisyonculuk adeta bir ‘kültür’ haline geldi. Sadece ihaleleri, etkinlik işlerini, ajansları kastetmiyorum. Üretici ile tüketici arasındaki komisyoncular, hem etiketleri yükseltiyor hem de iki tarafa birden zarar ettiriyor.

İstanbul’da birçok kıymetli sanayi kuruluşu yıkıldı ve yerine alış veriş merkezi, lüks konut vesaire yapıldı. Bu fabrikaların ciddi bir kısmının başka bir bölgeye taşındığını da söyleyemeyiz. Evet, üretimden tüketim ve eğlence toplumuna doğru bir gidişat görülüyor.

Bir de bizim oradan örnek verelim: Taşköprü kendir fabrikasını önce jüt ipliği tesislerine dönüştürdüler, sonra iki yıllık yüksekokul yaptılar. Şimdi kendir ekimi serbest, fakat fabrikası yok.

Tarımda yüksek maliyetlerle ilgili yakın ve sıcak bir hatıra: Babam, köye kesin dönüş yaptı. İlk senesinde dört tarlaya arpa ekti. Bu tarlalara çeyrek asırdır el değmemiş. İyice dinlenmişler yani. Sonuç itibariyle, on lira masraf etti, dört liralık mahsul aldı. Bir daha da böyle bir işe girişmedi. Yat sahiplerine tanınan kolaylıklar çiftçilere de tanınsa keşke.

***

Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörüyken, ilk haberlerimden biri, Yedikule surlarındaki bostancılarla söyleşi yapmak olmuştu. Söyleşimiz yayınlanınca, “kültür sanat ve bostan, ne alaka” diyen birkaç okuyucu oldu. Oysa bostanlar, Osmanlı devrinden yakın zamana kadar, şehir kültürünün vazgeçilmez bir parçasıydı.

Hüsrev Hatemi Hocamız gibi Çukurbostan günlerine yetişemesem de mesela Kâğıthane, Kemerburgaz, Göktürk hattındaki bostanları biliyorum.

Bostanların işlevi şuydu: İhtiyaçların önemli bir kısmını kendi içinden ve taze olarak karşılamak. Böylece nakliye masrafı, akaryakıt tüketimi ve komisyoncu kârı gibi birçok olumsuz etken aradan çekiliyordu.

Bugün Alibeyköy semtinin merkezinde mısır, Bayrampaşa’da enginar heykeli var. Bunları elbette aramıyoruz. Nostalji de yapmak istemem.

Bostan bahsini şunun için açtım: Artık gittiğimiz, gezdiğimiz uzak dağ köylerinde bile bostan görmek zorlaşıyor. Domates, salatalık, kıvırcık gibi basit ihtiyaçlar dahi hazır alınıyor.

Eskiden, bez torbalar içinde tohumlar saklanırdı. Bu torbalar özenle korunurdu. Şimdi bunu yapan pek az insan kaldı.

Ülkemizde kullanılan tohumların yüzde yetmiş beşinin ithal olduğu ve beraberinde yeni hastalıklar getirdiği söyleniyor. Haliyle, ithal edilen tarım ilacı miktarı da artmış oluyor. Geçmişte, Çayırova Tohum Sertifikasyon Test Müdürlüğü’nde iki gün misafir olmuştum. Bu müdürlüklerin sayısı, sahası ve imkânları arttırılmalıdır.

Tohum konusu, en az hava savunma sistemleri kadar millî güvenlik meselesidir.

***

Sanayi için bir şey diyemiyorum. Fakat tarım ve hayvancılık politikalarının gözden geçirilmesi, günübirlik çözümler yerine uzun vadeli kararların alınması gerekiyor.

Tek tip tarım, vahşi sulama ve ağır ilaç kullanımı, toprağımızı verimsiz hale getiriyor. Bereketin sembolü olan Konya Ovası’nın vaziyeti ortadadır. Aşırı kullanım nedeniyle, yeraltı su kaynakları her yıl bir metre kadar geri çekiliyor. Bunun devamı çölleşmedir.

Bir diğer şikâyet de şudur: Devletten tarım ve hayvancılık desteği alanların hatırı sayılır bir kısmı, bu durumu suiistimal etmeye yatkın kimselerden oluşuyor. Hatta sadece bunun için başvuran insanların varlığından söz ediliyor. Denetim şart.

Vaktiyle birkaç genç arkadaşın kurduğu Buğday Derneği, devlet kurumları başta olmak üzere herkese iyi fikir verebilir, güzel örnek olabilir. Ekolojik tarımı ve yaşamı destekleyen dernek, birçok aile için kazanç kapısı olmuş durumdadır. Evet, istihdam. Ayrıntılı bilgiye ulaşmak isteyenler, derneğin Feriköy’de organize ettiği pazara gidebilir.

Bu yazıyı sohbet eder gibi, iddia taşımadan kaleme aldım. Rakam ve teknik bilgiye boğmadan. Biraz hatıra, fazlasıyla gözlem. Belki birileri için hayırlı başlangıçlara vesile olur.

#İstanbul