Günümüzde insanlar iki nedenden dolayı siyasete giriyor: Hizmet etmek ve servet sahibi olmak. Davanın yükünü kaldıramayanlar ile yükünü tuttuktan sonra sessizce gidenler arasında bir fark olmalıdır. Fakat ikincisinde bir sorun görünmüyor. Böyle kimselere ve dahi bu duruma itiraz eden pek yok.Şunu da ilave etmek isteriz:Servet sahibi olduğumuzu düşünürken, o birikimin hizmetçisi haline dönüşebiliriz.Menfaatin ve şahsî çıkarların partisi, ideolojisi olmuyor. Sağ ve sol, liberal ve muhafazakâr, maddiyat
Günümüzde insanlar iki nedenden dolayı siyasete giriyor: Hizmet etmek ve servet sahibi olmak. Davanın yükünü kaldıramayanlar ile yükünü tuttuktan sonra sessizce gidenler arasında bir fark olmalıdır. Fakat ikincisinde bir sorun görünmüyor. Böyle kimselere ve dahi bu duruma itiraz eden pek yok.
Menfaatin ve şahsî çıkarların partisi, ideolojisi olmuyor. Sağ ve sol, liberal ve muhafazakâr, maddiyat karşısında bir anda eşitlenebiliyor.
Neredeyse her gün bir belediyeden aile boyu haberler geliyor. İltimas, yakın akrabaların etkili pozisyonlara getirilmesi, ajans ilişkileri, israf boyutunu aşan inanılmaz harcamalar, hakkaniyetten uzak ihaleler, anlaşmalı şirketler şeklinde uzayıp giden bir liste var elimizde. Ağırlama giderleri, kültürel etkinlikler, tanıtım masrafları, birtakım hediyeler derken, kurum bütçesinin ciddi bir kısmının buharlaştığını görüyoruz.
***
Devlet, aynı zamanda rütbe ve mevki anlamına gelir. Sadece iktidarda olanlar ve hükümet edenler değil; zabıta amiri, imar müdürü, ilçe belediye başkanı, parti lideri de bir şekilde devlettir.
Yazıya başlamadan önce, Kanuni döneminin vezirlerinden Lütfi Paşa’nın Âsâfnâme isimli risalesini yeniden okudum. Risale, devlet adamlarına öğüt vermek maksadıyla kaleme alınmış.
Sadeleştirilmiş bölümden iki cümleyi paylaşmak isterim: “Vezir, padişahı mala yönelmekten ve mala düşkünlük yoluyla vebalden korumalıdır.” “Haramzâde ve hırsızların suçlarını, hediyeler yoluyla kurtarmaktan sakınmak gerektir. Rüşvet, devlet adamı için ilacı bulunmayan bir hastalıktır.”
Bakanlar, mebuslar ve bürokratlardan belediye başkanlarına kadar devlet yönetiminin içinde olanların ticari faaliyetlerini askıya alması, durdurması, esasında ahlakî bir sorumluluktur. Yoksa haksız rekabet ve suiistimal kaçınılmaz olur. Lütfi Paşa’nın da şikâyetlerinden biri budur: “Makam sahiplerinden kiminin pirinç tüccarlığı yapması, kiminin de evini ıtriyat dükkânı haline getirmemesi gerektir.” Böyle yapılırsa, millî servetin şahsî servetlere doğru akıp gittiği görülür.
Sağdan soldan birçok siyasetçinin gencecik çocuklarının bile büyük şirketlerin sahibi olduklarını görüyoruz. Ne yapmış, nasıl almışlar? Şehrimizin iki rakip belediye başkan adayının belki de tek ortak noktası buydu.
***
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Emin Işık Hocamızın Devleti Kuran İrade isimli kıymetli eserinde şöyle bir ikaz var: “Devlet, servet ve marifet aynı kişilerde olamaz, olmamalıdır. Bizim felsefemiz budur. Buna aykırı bir çabanın içinde olan varsa, yanlış yoldadır, tez bu yoldan vazgeçmelidir.”
Bu ifadelerden yola çıkarak imtiyazlı ailelere, ayrıcalıklı gruplara, iyice şımartılmış isimlere varmak mümkündür. Fakat bize yine Âsâfnâme’ye gidelim: “Kul takımını çoğaltmaktan sakınmak gerek…” Mütevazı bir katkı: Siyasette hasım ile hısım aynı anlama gelebilir.
Siyasete girdiğimiz, millete hizmet etmeye talip olduğumuz andan itibaren yol çatallanıyor, ikiye ayrılıyor: Siyaset ve ticaret. Birini seçmemiz, tercih etmemiz gerekiyor. Adaletli ve hakkaniyetli bir biçimde her iki yoldan da gitmenin mümkünatı yoktur.