Geçmiş gün. 1987 yılındayız. Ağır rutubet kokan küçük bir salonda beş kişiyiz. Recep Tayyip Erdoğan’ı dinliyoruz. Bir saat geride kaldı. Heyecanından ve ciddiyetinden zerre kaybetmeden konuşmasını sürdürüyor. O konuşma bir buçuk saatin sonunda bitti. Beş kişiye bu kadar uzun süre konuşma yapmak nasıl bir şeydi? Şimdi partinin en alt kademesindeki genç kardeşimiz bile böyle bir ‘kalabalığa’ seslenmeye tenezzül etmeyebilir. Öyle görünüyor, anlaşılıyor. Kızmak yok.Yıllar sonra. Cennetmekân Necmettin
Geçmiş gün. 1987 yılındayız. Ağır rutubet kokan küçük bir salonda beş kişiyiz. Recep Tayyip Erdoğan’ı dinliyoruz. Bir saat geride kaldı. Heyecanından ve ciddiyetinden zerre kaybetmeden konuşmasını sürdürüyor. O konuşma bir buçuk saatin sonunda bitti. Beş kişiye bu kadar uzun süre konuşma yapmak nasıl bir şeydi? Şimdi partinin en alt kademesindeki genç kardeşimiz bile böyle bir ‘kalabalığa’ seslenmeye tenezzül etmeyebilir. Öyle görünüyor, anlaşılıyor. Kızmak yok.
Yıllar sonra. Cennetmekân Necmettin Erbakan’la bir odadayız. Sadece iki kişiyiz. “Cemaat yapalım” diyor. Hemen orada, korkudan donup kalıyorum.
Şimdi bazı yazılar / yorumlar okuyoruz. Başarının altında veya üstünde bir şeyler arıyorlar. Hepsi olmasa bile çoğu yanlış.
Başarı, beş kişiye bir buçuk saat konuşma yapmaktan geçiyordu. Başarı, iki kişiyle cemaat olabilmekten geçiyordu. Karşınızda veya arkanızda yüzlerce, binlerce insanın durmasına gerek yoktu.
Yaşadığımız toprakları Türkiye Dağı olarak görüyorduk. Bu dağı beklediğimize inanıyorduk. Çok şükür, hâlâ aynı yerdeyiz.
Büyüklerimiz bize şunu diyordu: Kimsenin adamı olmayın. Adam olun.
Alkışlamak üzerine kurulu bir gidişatın yahut siyasetin parçası olamayız. Yeri gelecek, savaşacağız. Yeri gelecek, itiraz edeceğiz. Savaşmaktan kastımız, dik durmak, dirayetli olmaktır. Birbiri ardına yaşadığımız dört büyük taarrruzu düşünün.
***
Sonra camia büyüdü. Sayı arttı. Sorunlu büyüyorduk sanki. Bunu hep dile getirdik, çekincelerimizi söyledik. İnsana gidenler ile imkâna gelenler aynı çatı altındaydı. İmkânı imtihan olarak görenler ile fırsat bilenler aynı geminin içindeydi. Ne yazık ki diğerlerinin sayısı her geçen gün artıyordu. Bu durum, özellikle belediyecilik alanında ve medya sektöründe etkisini gösteriyordu.
Ülkeyi yönetmeye talip olduğunuz vakit, bazı şeyler kaçınılmazdır. Burada, birtakım mecburiyetleri kastetmiyoruz. İnsanları kucaklamayalım demiyoruz.
Akan çeşmeye uzanan iki el var. Biri israf olmasın diye çeşmeyi kapatmak istiyor. Diğeri de testi getirmiş.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Dağda bekleyenlerden çok az fire verildi. Önemli bir kısmı yerinden ayrılmadı. Ganimet için alçaklara inmedi.
Son günlerdeki tartışmalara, daha doğrusu düşmanlıklara işte buralardan bakıyoruz.
Bazı eleştirilerin şahsiyat boyutuna ulaştığını görüyor ve üzülüyoruz. Yıpranma payına itirazımız yok. Yıpratma kısmına karşıyız.
Dışarıya yansıyan görüntümüz budur: Yokluğu bölüşen insanlar varlığı paylaşamaz hale geldi.
***
1987 yılından günümüze geliyoruz. Acilen ve ihtiyaçtan: Kaybettiğimiz dayanışma duygusunu yeniden kazanmamız gerekiyor.
Müslüman, kendisinden emin olunan kimsedir. Önce bu bölümü tahkim etmemiz şarttır.
Sadece Allah’tan ve namuslu insanlardan korkarız. Bunun da bilinmesini isteriz.
Acı hakikat: İnsanları yemeye en iyi yerinden başlıyoruz. En güzel huyu veya marifeti neyse, oradan. Mesela ahlaklı birine ‘ahlaksız’ damgası vurmaktan çekinmiyoruz. Sadıkları hainlik suçlamasıyla korkutmaya çalışıyoruz. En maharetli olduğu konuda onu beceriksiz ilân edebiliyoruz.
Bizim birinci vazifemiz nefsimizi korumaktır. Bunu başaramayan bir insan milletine ve memleketine nasıl hizmet edecek? Soru neredeyse cevap da oradadır.