Yüz yıllık hesaplaşma bu: İhanet yok olmaktır

04:0027/07/2015, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
İbrahim Karagül

“Yüz yılın hesaplaşmalarıyla karşı karşıyayız"dediBaşbakan Ahmet Davutoğlu. Gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleriyle önceki akşamDolmabahçe'de yaptığı toplantının girişinde sarfettiği bu cümle, gözlerimin birden parlamasına yol açtı.Yayınladığım ilk kitabın adı“Yüzyıllık Kuşatma",ikincisinin adı“Yüzyıllık Hesaplaşma"idi.Coğrafyaya yönelen, Birinci Dünya Savaşı boyutunda bir istila projesineinanıyorum, kuşatma bu. Hesaplaşma ise, coğrafyanın yerel dinamiklerinin kendini savunma arayışı ve istilacı

“Yüz yılın hesaplaşmalarıyla karşı karşıyayız"
dedi
Başbakan Ahmet Davutoğlu
. Gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleriyle önceki akşam
Dolmabahçe
'de yaptığı toplantının girişinde sarfettiği bu cümle, gözlerimin birden parlamasına yol açtı.

Yayınladığım ilk kitabın adı
“Yüzyıllık Kuşatma",
ikincisinin adı
“Yüzyıllık Hesaplaşma"
idi.
Coğrafyaya yönelen, Birinci Dünya Savaşı boyutunda bir istila projesine
inanıyorum, kuşatma bu. Hesaplaşma ise, coğrafyanın yerel dinamiklerinin kendini savunma arayışı ve istilacı projelerle hesaplaşma arayışını yansıtıyordu. Üçüncü kitabın adını da
“Yüzyıllık Zafer"
koymayı düşünüyordum.

İşte bu yüzden
Son İstiklal Savaşı
ifadesini özellikle kullanıyorum. İşte bu yüzden bugün yaşananların Birinci Dünya Savaşı sonrası
ikinci dizayn
olduğunu ve bizim
yüzyıl sonra ilk kez
bağımsızlık mücadelesi verdiğimizi düşünüyorum.

İç işgal ve o büyük ihale

Davutoğlu'nu dinlerken, kendim dahil, coğrafyanın tarihsel duruşundan hareket edenlerin aynı kaygılara sahip olduğunu, amaçlarının aynı olduğunu gördüm. Dolayısıyla son on yıldır
bölgeyi okuma biçimimin
büyük oranda doğru olduğunu farkettim.

Son günlerde yazdığım
Kuzey Kuşağı
'na müdahale edilmesine yönelik yazılar,
“İç işgal"
başlıklı yazılar,
Kürt milliyetçiliği ve Alevilik üzerinden Türkiye karşıtı cephe inşa
edildiğine yönelik yazılar,
“sınırlar değiştiğinde müdahale bile edemeyeceksiniz"
şeklindeki serzenişler bu yüzdendi.

Terörü bile eleştiremiyor!

Aydın Doğan
grubunun bütün bu şer cephesinin
pazarlamasını
yaptığına yönelik yazılarım hiçbir zaman
kişisel
olmadı. Şahsımla ilgili son açıklamalarından sonra, bu konuda daha çok yazı yazacağımı, bu grubun Türkiye ile savaşan yapıları nasıl besleyip desteklediğini tartışmaya
devam edeceğimi
burada not edeyim.

Çünkü onlar kurulan
Türkiye karşıtı cephenin, daha çok örgütler üzerinden şekillendirilen cephenin en büyük ihalesini aldılar.
Onların pazarladığı Selahattin
Demirtaş her konuştuğunda bu ülkede insanlar ölür
oldu. Onların himaye ettiği yapılar Türkiye'ye savaş ilan etti ve bu halde bile o yapıları hakkıyla eleştirmekten kaçınıyorlar,
iki yüzlü
bir tavır sergiliyorlar.

Birileri örgütleri tek çatı altında topluyor

Davutoğlu ile sohbetin konusu, son
terör saldırıları, içeride ve dışarıda başlatılan operasyonlardı.
Türkiye aynı anda iki hatta üç ayrı terör grubuna müdahale ediyordu ve bunu yaparken de
içeride kapsamlı operasyonlar
yürütüyordu. Bu üç cephelik operasyon aslında
tek bir operasyondu
ama müthiş bir
koordinasyon
dikkat çekiyordu.

Daha önce böyle bir organizasyona tanık olmamıştım.
PKK, DHKP-C, IŞİD ve MLKP
gibi örgütleri birileri
tek çatı
altında topluyordu çünkü. Dolayısıyla Türkiye için tam anlamıyla bir
“öz savunma hali"
söz konusuydu. Ben buna
“vatan savunması"
diyorum. Söz konusu vatansa her birimizin bulunduğu bütün siyasi cephelerin birer teferruat olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu öz savunma
döneminde herkesin durduğu yeri, pozisyonu tereddütsüz bir şekilde belirlemesi
gerektiğine inanıyorum.

Bölgeye yönelik harita taslaklarını anlamak…

Başbakan, Türkiye'nin pozisyonunu anlatırken,
ne ile mücadele edildiğini anlatırken, ne tür tehdit ve saldırılara maruz kaldığımızı
analiz ederken günlük bilgi akışının ötesinde oldukça derin bir bölge analizi yapıyordu. Bu
ferasetin,
bu tarihsel bilgi zenginliğinin
Türkiye için bir fırsat olduğuna, ülkemizin pozisyonunu belirleme yolunda kullanılacak bir
harç
olduğuna, zenginlik olduğuna inanıyorum.

Artık günübirlik taktiklerle, dedikodularla, sorumsuz söz ve eylemlerle bu ülkeye vaziyet etme dönemi değil. Türkiye'nin
geleneksel muhalefetinin böyle bir ülkeyi yönetemeyeceğini,
böyle bir beceri ve derinliğe sahip olmadığını bu yüzden söylüyorum.

Davutoğlu, coğrafyanın tamamına yönelik
harita taslaklarının
Türkiye'ye yansımasına dair
ipuçları
veriyordu aslında. Bunları bilmeden tehditleri tanımlamanın, bunları okumadan önlem almanın, bunları idrak edemeden Türkiye'nin geleceğine dair kanaat edinmenin artık mümkün olmadığını hissettiriyordu.

Osmanlı'yı yıkma taktikleri şimdi Türkiye'ye uygulanıyor

Davutoğlu; iki yüz yıl önce
Necd
bölgesinden çıkan
Selefiliğin
bölgesel bir kırılmaya neden olduğunu, bugün de
dini kimlikler üzerinden benzer bir kırılmanın
yaşandığını,
7 Haziran
sonrası görünen aktörler üzerinden bir
vesayet
oluşturulduğunu, bunların
Türkiye'de kaos, belirsizlik ortaya çıkarıp yeniden vesayet tesis etmeyi hedeflediklerini,
bu yüzden ülkeyi yoğun bir şiddet sarmalına sürüklemeye çalıştıklarını, kamu görevlilerinin bile kendi güvenliklerini sağlayamadığı görüntüsü vermek istediklerini ifade ediyordu.

Gezi'de Alevileri, 6-7 Ekim'de Kürtleri sokağa sürmek istediklerini, bugün ise Alevi-Kürt isyanı çıkarmak istediklerini,
DHKP-C'nin bu yüzden Kandil'de kamplar açtığını söyleyen Davutoğlu,
Selefilik üzerinden dini kırılma, Bulgar milliyetçiliği üzerinden etnik kırılma,
Yeniçeri ve Bektaşilik üzerinden içerideki kırılmalara dikkat çekiyor ve bugün de
benzer bir sürecin
olduğuna işaret ediyordu.

Tarih tekerrür ediyordu. Anladığım kadarıyla,
o zamanlar Osmanlı ile mücadele edenler, onu yıkmaya çalışanlar bugün aynı yöntemleri Türkiye'ye karşı kullanıyordu!

Şefkat yüzümüzü görüp kudretimizi test ettiler

“Kudret olmadan şefkat acziyettir, şefkatsiz kudret ise zulümdür. Birileri şefkat yüzümüzü görüp kudretimizi test etmeye çalıştı"
diyor. “Türkiye'nin devlet olarak varlığını, meşruiyetini tartışmaya açtılar" diyor. Güneydoğu'da
“yeni bir paralel devlet"
kurmaya çalıştıklarını söylüyor. Artık
faili meçhulleri HDP'nin yaptığını, onların ülkeyi 1990'lara döndürmeye çalıştığını
söylüyor.

“Kamu düzeni yoksa kimsenin özgürlüğü de yoktur" diyor. Tek boyutlu değil üç boyutlu operasyonlar yapıldığını, Gezi ve 6-7 Ekim hazırlıklarına karşı harekete geçildiğini, çatışmasızlık halini onların bozduğunu ve saldırılara onların başladığını söylüyor.

Üç boyutlu operasyonlara
içeriden ve dışarıdan yoğun destek
geldiğini,
Güneydoğu'dan çok destek
aldıklarını, Türk demokrasisine bir saldırı yöneldiğini ve bu saldırıyı ortadan kaldırmak istediklerini, PYD bizi rahatsız edecek bir tavır içine girerse aynı müdahaleyi ona da yapacaklarını söylüyor.

“Hiç kimsenin beklemeyeceği kadar hızlı, hiç kimsenin tahmin etmeyeceği kadar etkili bir operasyon oldu"
diyor.

Artık tek cephe var o da Türkiye!

Bunlar operasyonla ilgili detaylar. Ama bu operasyonların
hepsinin üstünde bir başka operasyon var
o da ülkeyi
felç etmeyi
amaçlıyor. Bu amaçla Türkiye'nin
devlet aklını karıştırmak,
gücünü sınırlamak, diz çöktürmek, içerideki ayak oyunlarıyla
kamuoyunu zehirlemek
istiyorlar. Bunu yaparken de
en uç terör örgütleriyle ortaklık kurup
onları besleyip piyasaya sürüyorlar, Türkiye'ye karşı savaş yürütüyorlar.

Bu savaşta kimlerin nerede durduğu kritik. Artık hiçbir şeyin gizlenemediğini,
kamufle
edilemediğini, süslü sözlerin arkasında saklanmamın mümkün olmadığını bilmelisiniz. “Biz demokrasi ve özgürlükten yanayız, bunun mücadelesini veriyoruz" diyerek
terör örgütleriyle ortaklık kuruyorsanız,
onların pazarlamasını yapıyorsanız, PKK ve DHKP-C ile
oynaşıyorsanız
, çırılçıplak ortada kalırsınız.

İşte o zaman bu millet
dökülecek kanın hesabını
sizden soracaktır. Bu büyük hesaplaşma sırasında
tek mevzi Türkiye'dir
. Çünkü ülkemize karşı örtülü bir savaş yürütülmektedir. Her şey bu kadar netken, başka cephelerde
pusu kurmak açık bir ihanettir.
İhanetin sonu ise yok olmaktır.
#Aydın Doğan
#HDP
#DHKP-C