Üç şehir, üç plan, belki de son üç gün

04:002/11/2016, Çarşamba
G: 16/09/2019, Pazartesi
İbrahim Karagül

Musul
'un
İran
kontrolündeki
Bağdat
yönetimi ve yine İran'ın yönettiği
Haşd-i Şabi
'nin eline geçtiğini düşünün.
ABD ve
PKK/PYD ile ortak
hareket ederek,
Türkiye'nin Musul'dan uzak tutulduğunu
,
1926'daki oyun
un bir kez daha başarılı olduğunu, bu sonucun da bir
yüz yıl
etkili olabileceğini düşünün.


Türkmen yurdu

Telafer

'in yine

İran eksenindeki güçlerce ele geçirildiğini, Şiilik vurgusunun öne çıktığını

, Musul ve Telafer'de köklü

demografik tasfiye

nin yapıldığını, Türkiye'nin bütün hassasiyetlerinin

toprağa gömüldüğünü

, İran eksenindeki güç ve örgütlerle

ABD ve PKK/PYD'nin

bu bölgede de

paslaştığını

düşünün.



Üç şehir üzerinden yeni terör kuşağı..


Aynı senaryonun

Halep

'te oynandığını düşünün. Yine

İran eksenindeki örgütler, PKK/PYD, onların arkasındaki ABD

, Türkiye'nin hassasiyetlerini, güvenlik kaygılarını ayaklar altına alırcasına, Türkiye'nin önceliklerini

aşağılarcasına

Halep'i Türkiye karşıtı bir

garnizon şehre

dönüştürdüğünü düşünün.



Musul-Telafer-Halep

ekseninde, bu

üç nokta

yı birbirine bağlayan, Türkiye sınırının

biraz daha güney

inden

yeni bir kuşak

oluşturulduğunu, bu kuşağın

Sünni Arap ve Türkmen nüfusunun tasfiyesi

ile şekillendiğini, PKK ve PYD üzerinden Kürtleştirme projesine maruz kaldığını, Kürt milliyetçiliği üzerinden

acımasız bir Türkiye karşıtlığının

beslendiğini düşünün.



Güney kapıları kapanır, Türkiye içeriden vurulur


Şii-Sünni, Arap-Kürt-Türkmen çatışmalarının alabildiğine yayıldığını

, bölgenin etnik ve mezhep savaşları için

mikro

ölçekte bir uygulama alanı olduğunu, bundan çok daha önemlisi ise,

Türkiye ile Arap-İslam dünyası arasındaki bağlantının ebediyen kesildiğini

düşünün. Türkiye'nin

güney kapılarının kapandığını

, Anadolu'nun güneye açılmasının ABD ve müttefikleri ile İran ve örgütlerinin

insafına

kaldığını düşünün.



Bu bir çevreleme harekatıdır. Bu, kuşatmadır, Türkiye'yi içeride boğma, 15 Temmuz benzeri müdahalelere açık hale getirme arzusudur

. Ne gariptir ki bu, en yakın müttefik ABD eliyle gerçekleşmekte, ne yazık ki bu, ABD'ye

“en uzak ülke”

İran eliyle uygulanmaktadır.



Üç şehir

Türkiye'nin kaderini belirleyecek ölçüde önemli hale gelmiştir. Üç şehir ya Türkiye'nin yolunu açacak, onu dönüştürüp

bölgenin en dinamik gücü

haline getirecek ya da onu

küçültüp dar bir alana hapsedecek

senaryonun uygulama merkezleri olmuştur.



Ankara buna asla izin vermeyecek..


Etnik zaaf alanları Türkiye ile ölçülemeyecek derecede fazla olan, Fars nüfusun neredeyse azınlık olduğu İran

'ın, Türkiye'nin hassasiyetlerini böylesine

hoyratça

hedef alması dikkat çekicidir.



O,

tehlikeyi sınırlarından uzağa

iterek, başka ülkeleri tehdit ederek bir

savunma refleksi

biçimlendirmiş, ardından da bu savunma refleksini

Şiilik'le kamufle edilen bir emperyal haritaya

dönüştürme arzusuna kapılmıştır. Bu savunma refleksinin bir süre sonra İran'a yönelmesi ihtimali söz konusudur.



Musul-Telafer-Halep

üzerinde ABD ile anlaşmalı bir denetim kurmaya,

PKK'yı da bu amaç için silahlı güç olarak kullanmaya

çalışan Tahran, Türkiye'nin bu bölgelerden uzak tutulması stratejisinin

ABD ile birlikte
baş sorumlusudur

.



Oysa Türkiye, bu çevreleme harekatına

asla tahammül etmeyeceğini, tereddütsüz müdahale edeceğini

defalarca açıklamıştır. Bu, bir ülkenin kendini koruma, söz konusu bölgenin bir

garnizon kuşağa

dönüşüp bütün bölgeyi vurmasını engelleme mücadelesidir.



Selçuklu'dan beri coğrafyanın bütünlüğünü savunan tek ülke


Bu,

tarihi referanslar

a, gerçeklere,

hesaplaşmaya

ayarlı bir

duruş

tur ve Türkiye bunu

ne pahasına olursa olsun

yapacaktır, yapmalıdır. Çünkü

Türkiye, Selçuklu'dan bu yana coğrafyanın bütünlüğünü savunurken

bir takım ülkeler, bölgeye yönelen dış müdahalelere zemin hazırlamaktadır. Temel mesele işte bu ayrışmadır.



Gülen ve teröristleri

üzerinden servis edilen

15 Temmuz

saldırısı bir

Batılı müdahaledir

ve Türkiye'nin

güvenlik kaygılarını kökten değiştirmiştir

. Ankara, altmış yıldır

Doğu'dan, Güney'den ve Kuzey'den

gelecek tehditlere karşı konumlanmıştır. Bu tehditler,

Türkiye'den çok, Batı Avrupa'yı

hedef alabilecek tehditlerdi. Türkiye bu anlamda bir cephe ülkesi, bir savunma hattıydı. Güvenlik kaygılarımız Batı'nın güvenlik kaygıları içinde

eritilmişti

.



Tehdit Batı'dan geldi, 'Türkiye cephesi' açıldı


15 Temmuz'da,

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk kez bu kadar açık ve tehlikeli bir güvenlik riski

hissettik ve bu, beklediğimiz gibi Kuzey'den, Doğu'dan ve Güney'den gelmedi,

doğrudan Batı'dan, müttefiklerimizden geldi

. İşte bu

şok

edici gerçek, Türkiye'nin güvenlik kaygılarını

altüst

etti. ABD yönetimi Türkiye'yi

hem içeriden hem de Suriye-Irak üzerinden

vurmaya başlamıştı. Üstelik bunu

FETÖ ve PKK/PYD gibi örgütlerle

ortaklık ederek yaptı.



15 Temmuz senaryosu

hem Rusya hem de İran'la savaş

mamıza ayarlıydı ve

“Türkiye cephesi”ni açma kararı çoktan verilmişti

. Bu durum, tehdidin Batı'dan geldiği, Türkiye'yi

küçültme
planlarının Batı'da yapıldığı

gerçeğiyle yüz yüze gelmemize neden oldu.



Böyle bir gerçekle yüzleşen her ülkenin yapması gerekeni yapıyor Türkiye şimdi.

İçerideki CIA istihbarat aparatlarını
temizliyor

, dışarıda Rusya ile yeniden yakınlaşıp

savaş senaryosunu boşa çıkarıyor

, Güney'de de terör üzerinden kendine kurulan

tuzakları

bozmaya çalışıyor. Bu, bir ülkenin

öz savunma

sıdır ve Türkiye'ye başka seçenek bırakılmamıştır.



15 Temmuz Musul ve Halep'te devam ediyor


15 Temmuz saldırısı,

içeride çökertildi ama dışarıda devam ediyor

.

Musul üzerinden, Tel Afer üzerinden, Halep üzerinden

devam ediyor. Türkiye'ye yönelik saldırıların yeni alanı bu şehirlerdir. Eğer

Fırat Kalkanı

yapılmamış olsaydı, 15 Temmuz sınırlarımızın

sıfır noktasında

devam edecek hatta içerilere servis edilecek, Güneydoğu'nun birçok bölgesi üzerinden

Türkiye'yi vurmaya

başlayacaklardı.



Fırat Kalkanı

tehdit sınırını geri itti

. Sıfır noktası için planlanan

terör kuşağı

boşa çıkarıldı. Şimdi onun

daha güneyinden yeni bir kuşak oluşturuluyor
ve Türkiye buradan vurulacak

.



Öyleyse

Musul-Telafer-Halep
hattı Türkiye için mutlak müdahale alanıdır

. Kendini savunma alanıdır. Tehdidi çok daha gerilere

itme

adına bu bölgelere müdahale etmemiz bir zorunluluktur. Terör koridorunu

ikinci kez bozmak

boynumuzun borcudur.



Moskova ile pazarlık ve askeri hazırlıklar


Halep'te çok yoğun çatışmalar var. Türkiye'ye yakın

muhalifler

kuşatmayı yarmak için

olağanüstü bir gayret

gösteriyor. Dikkat çekici olan ise,

Rusya

bu çatışmada Şam yönetimi lehine hava gücü kullanmıyor.

Musul, İran denetimindeki Irak ordusu ve yine İran'ın yönettiği Haşdi Şabi tehdidi altında

.

Tel Afer de öyle

. Bu iki şehre tamamen

mezhepçi çizgide

bir müdahale söz konusu. Bölgedeki Türkiye ile iyi geçinen nüfus oldukça tedirgin.



Dün, bu gelişmeler yoğunlaştığı sırada

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar

Moskova'daydı. Ankara ise

Silopi

'de zaten var olan askeri yığınağı güçlendirmek için yeni

sevkiyat

lar yapıyordu.



Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin

detaylarını

ayrıntılarıyla bilmiyoruz. İki ülke de sanki

ortak bir tehdide karşı

yakınlaşmış gibiler. Bu tehdit

Batı'dan

gelmektedir. Halep konusunda bir

pazarlık

olduğu, Rusya'nın Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate aldığı söyleniyor.



Fırat Kalkanı Halep, ve Musul'a ulaşmalı


Hatta Fırat Kalkanı'nın Halep'e kadar uzanacağı

ifade ediliyor. Aynı müdahale şekli

Telafer

ve

Musul

'a kadar da uzanabilir. Bu çerçevede

Afrin

ve

Tel Abyad

'a Fırat Kalkanı benzeri müdahaleler başlayabilir.



Her ne olacaksa

çok yakın bir zamanda, belki bir kaç gün içinde

olacak. Türkiye,

şok edici

bir müdahaleler serisi başlatabilir. Bence başlatmalı da.

Geciken her gün

müdahaleyi daha da zorlaştıracaktır çünkü. Geciken zaman,

savunma alanını daraltacak

, üç şehir üzerinden Türkiye'yi daha da sıkıştıracaklar.



Çok kısa zaman içinde

olağanüstü şeyler

olacak gibi. Bu

sessizlik

dönemini iyi izlemek,

Türkiye için vaktin daraldı

ğını iyi değerlendirmek lazım.




#Fırat Kalkanı
#FETÖ
#Musul
#PKK
#Haşd-i Şabi