Musul: O zaman biz de kendi haritamızı masaya koyalım..

04:0019/10/2016, Çarşamba
G: 16/09/2019, Pazartesi
İbrahim Karagül

Madem
eski defterler
yeniden açıldı, madem
Birinci Dünya Savaşı
sonrası bizim coğrafya
ikinci kez dizayn
ediliyor, madem bütün ülkeler için
yeni harita
çalışmaları yapılıyor, o zaman
bizim de kendi dosyalarımızı raflardan indirme, kendi haritalarımızı masaya koyma vakti gelmiştir
. Bizim de kendi geleceğimizi kendimiz kurma, bize yönelen tehditlerle kendi
öz savunmamızla mücadele zorunluluğumuz
ortaya çıkmıştır.


Amerika

'nın,

İngiltere

'nin,

Rusya

'nın,

Almanya

'nın,

Fransa

'nın hatta

İra

n'ın aktif biçimde katıldığı bu

yeni devletler oyunu

nun dışında kalmamızı kimse beklemesin.

Kimse bizi DAEŞ üzerinden, Musul üzerinden, enerji kaynakları üzerinden yürütülen güç hesaplaşmasının dışına itmeye kalkışmasın

. Kimse bizi

bağımlı bir ittifak ilişkisi

üzerinden örgütler düzeyine indirgemeye, akıl vermeye, buyruk altına almaya kalkışmasın. Kimse

bölge ülkelerini, bölgedeki örgütlerini bize karşı kışkırtarak

gözümüzü korkutmaya kalkışmasın.



Kimse susmamızı, boyun eğmemizi beklemesin..


Yemen

'den

Suriye

'ye,

Irak

'tan

Suudi Arabistan

'a kadar

her ülkenin tartışmaya açıldığı

, her ülkenin geleceğinin sorgulandığı, her ülke için bir şekilde hırpalama planları yapıldığı hatta

parçalama senaryoları

uygulandığı bir dönemde

kimse bizden susmamızı, oturduğumuz yerde kalmamızı, boyun büküp olacaklara teslim olmamızı beklemesin

, bir adım sonra gelecek saldırılara karşı hazırlık yapmamızı engellemeye kalkışmasın.



Coğrafyayı tartışmaya biz açmadık

. Afganistan ve Irak'ı biz işgal etmedik.

DAEŞ'i biz ortaya çıkarmadık, DAEŞ üzerinden terör haritası uygulayarak müdahalelere zemin hazırlamadık

. Tam tersine bu örgütün saldırılarına maruz kaldık,

PKK

'nın saldırılarına muhatap olduk,

FETÖ

üzerinden iç savaş senaryolarıyla yüzleştik. Bu örgütler üzerinden servis edilen

etnik ve mezhep eksenli kimlik savaşları

yla boğuştuk. Bu mücadeleye en ağır şartlarda hala devam ediyoruz.



Bizim bin yıllık hesabımız var


Ama biz, bu mücadeleler ile meşgul edilerek sınırlarımızın hemen güneyinde olanlara,

kurulan tuzaklara, tezgahlara bihaber kalacak bir ülke değiliz

, öyle bir millet de değiliz. Biz bu coğrafyanın

asli

unsuruyuz,

tarih yapıcı ülkesi ve milletiyiz

.

Coğrafyanın bin yılını belirlemiş bir milleti, Musul'dan uzak tutma, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde oluşturulacak statükolarla tehdit etmeye kalkışanlar

, o ucuz oyunu oynayanlar, bizi bölgeden uzaklaştırarak bu

şehirlere

, topraklara çökmeye çalışanlar, bu

yeni nesil işgal planı

yapanlar Türkiye'yi hesaba katmadan hiçbir planı başaramayacaklardır.



Bugün, coğrafyanın tamamı sorgulanıyor. Devletlerin, uluslararası teamüllerin devre dışı bırakıldığı,

Irak ve Suriye üzerinde korkunç bir paylaşım mücadelesi

verildiği bir dönemi yaşıyoruz. Merkezi

Bağdat

hükümeti diye bir şey neredeyse kalmadı.

Tahran'ın ve Washington'ın talimatlarına göre pozisyon alan bir hükümetin

, Irak'ı bir bütün olarak ayakta tutacak gücü kalmadı.



Türkiye karşıtlığı ile neyi örtüyorlar?


Bu yüzden,

Bağdat'tan yükselen Türkiye karşıtı sesler, ABD'nin sesidir, İran'ın sesidir

, mezhep kimliğine göre şekillenmiş

örgütlerin

sesidir. Bu sesi bize yöneltenler,

Irak'ı parçalamakta, şehir savaşlarına hazırlık yapmakta

, Suriye ve Irak üzerinde

birkaç devlet

kurma planları yapmakta, kuracakları bu

garnizon

devletçikler üzerinden de bölge

enerji

kaynaklarını güvenceye alma hesabı yapmaktalar.



Bütün ülkeler orada bir

paylaşım

mücadelesi verirken, bütün

değerleri

ve

teamülleri

ellerinin tersiyle iterken bize

uluslararası hukuk dersi

verilmesi, egemenlik dersi verilmesi, sadece bizim varolan statükoya bağlı kalmamızı istemesi

akıl alır bir şey

değildir.

“Sen karışma”, “girme bu işe”, “senin burada yerin yok”

diyenler, bizim bütün tarihi bağlarımızı yok sayanlar, bütün geçmiş

hafızamızı

silmeye çalışanlar, kendileri bu ülkeleri, şehirleri lime lime ediyor, küçük parçalar halinde paylaşıyor.



Musul'a sahip çıkma zamanı


Yok öyle yağma..



Musul meselesi Türkiye'nin en esaslı davalarından biridir

. 1926 şartlarına sığınmamıza bile gerek yok. Sadece bugünkü

paylaşım, yeni bölgesel statüko çalışması, bölgenin demografik gerçekleri, mezhep

gerçekleri, Türkiye'nin

güvenlik

kaygıları, bir coğrafya ülkesi olarak öncelikleri bize gerekçe olarak yetiyor.

Musul asla Musul halkının dışında bir iradeye teslim edilemez

. Musul, bölgeye

yabancı

bir ülkenin denetimine giremez.



Musul

etnik ve mezhep ayrıştırmasının hedefi

olamaz. Musul

ABD'nin, İngiltere'nin petrol oyunlarına kurban edilemez

. Musul

İran'ın Şii kimliğine ayarlı tasarruflarına maruz bırakılamaz

. Musul, tamamen İran ve Şiilik ekseninde hareket eden Bağdat'ın da insafına bırakılamaz.



Şehir savaşlarına hazırlık yapılıyor


DAEŞ

üzerinden bir

işgal harita

sı uygulandı, Musul örgüte teslim edildi. Şimdi

aynı örgüt üzerinden bir başka işgal haritası

uygulanıyor, DAEŞ bahane edilip bir başka işgal denemesi yapılıyor. Bu, tamamen

talandır, yağmadır

, Irak işgalinden sonraki

ikinci dalga işgal

girişimlerinin öncüsüdür.

Ülkelere yönelen tehdit, işgal şehirlere yönelmiştir

. Devletleri çözme planı,

şehirlere ayrıştırma

planıyla devam etmektedir. Bundan sonraki adım ise

şehirler savaşı

olacaktır.

Bağdat Musul'la, Musul Halep'le savaştırılacaktır

.



Türkiye, bu tarihi

çözülme ve ayrıştırma

döneminde

dinamik bir gü

ç olarak, toparlayıcı bir güç olarak coğrafyaya girmelidir. Bir

Selçuklu

yöntemi olarak girmelidir. Yeni

zinde güç

olarak girmelidir. Türkiye,

sadece Musul'da değil, coğrafyamızdaki bütün devletler oyununa müdahil

ülke haline gelmelidir. Asla

savunma

, kendi içine çekilme, evine kapanma lüksü yoktur.



Savunmada kalmak intihardır


Çünkü

savunmada kalan her devletin kaybedeceği bir tarih

i geçiş dönemi yaşıyoruz. Kim

ileri bir adım

atarsa yanına kar kalacağı bir dönemdeyiz. Bu yüzen

binlerce kilometre öteden gelip

bizim şehirlerimize, ülkelerimize müdahil oluyorlar,

el koyuyorlar

.



Yabancı güçlerin işgaline uğrayan bizim şehirlerimiz ama

söz hakkı

verilmeyen de bizler oluyoruz. O zaman zor devreye girecektir,

o zaman tarihi hesaplar devreye girecektir

, o zaman Türkiye de kendi tarihi gerçeklerini zemin bilip mücadelesini ona göre verecektir.



Bugün bunu yapmazsak yarın

o şehirler bizi vuracak birer askeri güce

,

silaha

dönüşecektir.

Bugün o şehirleri koruyamazsak yarın Anadolu şehirlerini koruma şansımız olmayacaktır

.



Anadolu şehirleri hedef alınabilir..


Öyleyse; dünya biraraya gelse bile Türkiye

sesini

yükseltmeli, bölgedeki çıkarlarını korumalı,

Suriye ve Irak topraklarında kendi savunma kalkanlarını oluşturmalı

, gerekirse

doğrudan askeri müdahale

yapmalıdır.

Bugün
çekineceğimiz müdahaleler yarın büyük savaşlar olarak bize gelecekti

r.



O zaman DAEŞ yerine başka örgütler ikame edilecek, o örgütler üzerinden başka ülkeler hedef alınacak, o örgütler üzerinden şehirler işgal edilip

düzmece kurtarma operasyonları

yapılacak, bu

“özgürleştirme”

projeleriyle paylaşım, coğrafyanın tamamını rehin alacaktır. O zaman

o şehirlerden bazıları Anadolu şehirleri olacak

, en büyük paylaşım savaşı Anadolu'yu vuracaktır.



Türkiye karşıtlığıişgalcilerin sesi..


Tarih, geçmişimiz, coğrafyada

yüzyıllara dayanan tecrübelerimiz

bize ne yapmamız gerektiğini söylemektedir. Bu bir

yayılma değil, istila değil, işgal değil

kendimizi ve coğrafyamızı kurtarma sorumluluğudur. Hiçbir etnik kimlik, mezhep kimliği kavgası vermeden,

kaynaştırıcı, birleştirici
bir rol

üslenmek zorundayız. Önce kendimizi korumanın sonra coğrafyanın geleceğini inşa etmenin yollarını aramalıyız. Bağdat'tan yükselen Türkiye karşıtlığının, ABD'nin desteğiyle,

İran'ın teşvikiyle

coğrafya ölçeğinde

Türkiye karşıtlığı

olarak öne çıkarılmasının sebebi bu misyonu yok etmektir.



Bunun sebebi basittir:

Dışarıdan gelen istilacılara karşı bölgeyi koruma telaşında olan Türkiye'yi kim, neden hedef yapar?

Çünkü Türkiye o

Büyük Oyun

'u bozacak tek ülkedir, bu

çığırtkanlık

üzerinden sindirilmek istenmektedir. Bu yüzden Bağdat'tan yükselen ses, hiçbir şekilde işgalci ülkeleri hedef almamaktadır. Çünkü

sesin sahibi işgalcidir

.



Tel Afer için acil önlem alınmalı..


Peki ne yapmak gerekiyor?



Hiçbir gürültüye pabuç bırakmadan, duygusal tepkilere teslim olmadan Fırat Kalkanı benzeri operasyonlara devam edilmeli

. Suriye topraklarında

iki bölgeden

, Irak topraklarında da bir bölgeden

müdahale alanları

oluşturulmalı.

Akdeniz'den-İran sınırına uzanan kuşağı

Türkiye karşıtı cepheye döndürme planlarına karşı Türkiye, bu kuşakta kendi

kontrol alanlarını

oluşturmalı.



Tel Afer'i korumak için acil planlar yapılmalı, Musul'a yönelen çokuluslu paylaşımı boşa çıkaracak girişimler öne alınmalıdır

. Musul-Halep arasındaki bütün bölge, Türkiye için tehdit olmaktan çıkarılmalıdır.



Unutmayın, bugün atmadığımız küçük adımlar yarın Türkiye'ye çok ağır bedeller ödetecek, onu

tarihin dışına itilme

riskiyle karşı karşıya bırakacaktır. Bugün ihmal ettiğimiz her sorumluluk, yarın büyük savaş olarak kapımızı çalacaktır. Bu tutum, iki komşumuzun topraklarını işgal değil, çokuluslu işgallere karşı onların

toprak bütünlüğünü koruma

amaçlıdır.



Üç bölge için Fırat Kalkanı


Daha açık söyleyeyim: Türkiye gerekirse, bütün şartlarını zorlayarak

Tel Afer

'e

askeri olarak girmenin planlarını

yapmalıdır. Türkiye, Suriye topraklarında

Afrin ve Tel Abyad'dan da Fırat Kalkanı benzeri derin bir yarma harekatı

nın hazırlıklarına girişmelidir.



Bunu

savaş

olarak göreceklere şunu söyleyeyim:

Siz, birkaç yıl sonra hepimizi içine alacak o büyük felaketi, yangını anlamakta zorluk çekiyorsunuz

. Bugüne değil, birkaç yıl sonrasına bakanlar, bu müdahalelerin büyük savaşları önleme girişimleri olacağını anlayacaktır.



Tarih yapıcı

rol, Türkiye'nin kapısını bir kez daha çalmaktadır.




#Musul
#DAEŞ
#Fırat Kalkanı
#FETÖ
#Tel Afer