Dikkat ederseniz bu coğrafya içinde, hatta içine Avrupa’yı da alalım, tek olumlu şeyler öneren, çıkış yolları gösteren, çatışma yerine işbirliği yolları sunan ülke Türkiye’dir.
Çözüm Süreci bu konuda müthiş bir örnektir. Hatta tek örnektir ve başkaca bir çözüm arayışı ve önerisi yoktur. Çözüm Süreci sadece Türkiye meselesi değildir. Türkiye’nin istikrar arayışının çok ötesinde bölgede rüzgarı tersine çevirmeye dönük bir model örnektir.
Coğrafyanın istikrar denkleminin adıdır. Onlarca yıldır devam eden, son yıllarda daha da ince ayarla güçlendirilen çözülme stratejilerine karşı tek meydan okuyuştur.
Kimlerin uykusunu kaçırdığını not edin. İçeride ve dışarıda kimlerin bu işten rahatsız olduğuna iyi bakın. İşte o zaman coğrafyanın bugünkü halinin müsebbiplerini de, Türkiye’ye yönelen ağır saldırıların adreslerini de göreceksiniz. O büyük yıkım rüzgarını durduracak, bütün bölgeye bir başka yolun daha olduğunu gösterecek böyle bir girişime yüzyıllık bir projeksiyonla bakmak gerekiyor. Çünkü bu iş bir etnik mesele, huzursuzluk, anlaşmazlık değildir. Türkiye’nin de, Kürtlerin de, bölgenin de geleceğini şekillendirecek elde tutulur tek projesidir.
Sürecin başarısı ya da başarısızlığı sadece Türkiye’yi etkilemeyecek. Suriye’den Irak’a, İran’ın bölgesel nüfuzundan ABD ve Avrupa’nın coğrafyaya müdahale şekillerine kadar her şeyi etkileyecektir.
Artık hiçbir ülke tek başına ayakta kalamaz
Şu bilinmeli ki, artık bu coğrafyada hiçbir ulus tek başına ayakta durma şansına sahip değildir. Hiçbir ülke ya da devlet, küresel güç müdahalelerinin sarsıntılarına tek başına direnme gücünde değildir. Ulus üstü, bölgesel nitelikte her adım o büyük güç hesaplaşmasının parçasıdır ve şiddetli reaksiyonlara maruz kalacaktır. Ancak bu adımları atmamanın sonu ise esarettir, mikro milliyetçi devletçiklerdir, garnizon ülkeler haline gelmektir.
Dünyanın ve bölgenin diplomatik manevralarının çözüm sürecine odaklanması bu yüzdendir. Çözüm istemeyen Kürt milliyetçiliğinin, iktidarla hesaplaşma içinde olan paralel organizasyonun, içerideki küskün ve öfkeli siyasi çevrelerin Türkiye’ye ve bu ortak projeye böylesine acımasızca saldırmalarının sebebi de sadece kendi hesapları değildir.
Soğuk Savaş döneminde bölgedeki devletlere dayatılan, ihale edilen roller artık örgütlere, cemaatlere, kenarda kalmış siyasi çevrelere ihale edilmektedir, onların koordinasyonu, işbirliği, toplumsal hareketlilikleri aynı adresler tarafından beslenir olmuştur.
Rusya lideri Vladimir Putin’in Ankara ziyaretinin yankılarına dikkat edin. ABD ve Avrupa’nın ağır ambargosuna maruz kalan Moskova’nın Türkiye ile bazı ortaklıklara girişmesi Batı başkentlerini hareketlendirdi. Ankara’ya; “Rusya ile bu kadar yakınlaşma hatta ambargo uygula” diyorlar. Türkiye buna direnecektir, gerçekçi olan budur. Ancak bu “uyarıcı” ülkelerin bir süre sonra Türkiye’ye nasıl bir bedel ödetme girişiminde bulunacağını hep birlikte göreceğiz. Bunu dolaylı yollardan, içerideki huzursuzluk alanları üzerinden yapacaklardır.
Sabotaj timlerine dikkat
Hükümetle hesabı olan çevreler, süreci sabote ederek yeni bir hesaplaşmanın hazırlıklarını yapıyor. Bu çevrelerin Gezi eylemlerindeki rolü artık apaçık ortadadır. 17 Aralık’tan nasıl medet umdukları ortadadır. Avrupa Birliği kurumlarındaki Türkiye karşıtlığı ve paralel çevrelerle yakınlık ile aynı çevrelerin çözüm süreci üzerindeki çalışmaları birbirinden bağımsız değildir.
İşte bu noktada seçim öncesi bir fırtınanın kopabileceğini, aynı adreslerin bu fırtınanın arkasındaki güç olacağını, muhtemelen çözüm süreci ve Kürt meselesi üzerinden bir senaryonun deneneceğini düşünüyorum.
Hiçbir kutsalı olmayan, ilkesi ve siyasi duruşu olmayan içerideki hesaplaşmacı çevrelerin, Türkiye’nin bölgede yalnızlaştığı izlenimi vererek, hem Batılı ülkelerle hem de aslında hiç hazzetmedikleri bölge ülkeleriyle nasıl da aynı cepheye savrulduklarını görmek üzücü.
Aynı anda Mısıra aşık, Suriye’ye aşık, İran’a aşık olabiliyorlar. İşlerine geliyorsa IŞİD’çi bile olabiliyorlar. Türkiye’den öç almaksa mesele aynı yatağa girmeyecekleri hiçbir devlet ya da örgüt yok. Darbeciymiş, faşistmiş, mezhepçiymiş, krallıkmış, Baasçıymış anlamını kaybediyor.
Muhafazakarı da liberali de ulusalcısı da Kürtçüsü de böyle davranabiliyor.
Ölüm mangalarına
dönüştüler
Maksat siyasi duruş değil, Türkiye ile hesaplaşmak olunca, istihbaratın labirentlerinde dolaşıp rol de dilenirler, hangi ülke olursa olsun gönüllü hizmetli de olurlar. Türkiye’de MİT’le hesaplaşır dışarıda bilmem hangi ülkenin istihbarat kuruluşlarından üçüncü sınıf görevler alırlar.
İktidara karşı çıkın, sinsi tezlerinizi savunun, kıran kırana mücadele edin. Ama biraz olsun onurlu olun… Onları rahatlatacak tek şey Türkiye’nin Suriyeleşmesi, Mısır olması, eski Baasçı günlerine geri dönmesi. Dünyadaki ve bölgedeki bütün kötülüklerin sebebi olarak Türkiye’yi görme diye bir hastalık türedi. Bu hastalık Türkiye’ye ihraç ediliyor.
Adeta ölüm mangaları gibiler. Yüzleri maskeli, öfke ve intikam duygusundan başka kendilerini yöneten hiçbir fikir, düşünce, duruş ya da kimlik kalmamış gibi.
İşte onlar, o üst aklın yönlendirmesiyle Türkiye için yeni hazırlıklar yapıyorlar.