Bayram için.. Bir gram iyilik için..

00:0024/10/2012, Çarşamba
G: 6/09/2019, Cuma
İbrahim Karagül

Bir süredir; Türkiye içine ve bölgeye, daha farklı bir gözle bakmak için özellikle yoğun çaba harcıyorum. Çatışma ve ayrışma, ya da ayrıştırma tezleri dışında hiç mi seçeneğimiz yok, hiç mi umut kalmadı, bunu anlamaya çalışıyorum.İnsanlık tarihi çatışmaların, krizlerin tarihidir. Ama bizim bölgemizde bu çok daha sert, çok daha yıkıcı. Farklılık oluşturan bütün kimlikler, tanımlamalar ayrıştırma tezi olarak karşımıza çıkıyor. Bu tezler bir süre sonra çatışmalara, savaşlara, toplumsal travmalara dönüşüyor.Dikkatle

Bir süredir; Türkiye içine ve bölgeye, daha farklı bir gözle bakmak için özellikle yoğun çaba harcıyorum. Çatışma ve ayrışma, ya da ayrıştırma tezleri dışında hiç mi seçeneğimiz yok, hiç mi umut kalmadı, bunu anlamaya çalışıyorum.

İnsanlık tarihi çatışmaların, krizlerin tarihidir. Ama bizim bölgemizde bu çok daha sert, çok daha yıkıcı. Farklılık oluşturan bütün kimlikler, tanımlamalar ayrıştırma tezi olarak karşımıza çıkıyor. Bu tezler bir süre sonra çatışmalara, savaşlara, toplumsal travmalara dönüşüyor.

Dikkatle bakan herkes, Türkiye"yi de içine alan bölgede, bütün kimliklerin çatışma sebebi olduğunu görecektir. Etnik, dini, mezhebi kimlikler, kültürel farklılıklar, siyasi kamplaşmalar birer hesaplaşma olarak önümüze geliyor ya da önümüze sürülüyor.

Farklılıkları zenginlik değil "zaaf" olarak değerlendiren acımasız bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu coğrafyaya yönelik bütün telkinler, dayatmalar, akıl öğretmeler bu zaaflar esas alınarak biçimlendirilmiş oluyor ve bu şekilde servis ediliyor.

Birinci Dünya Savaşı"ndan bu yana, Türkiye ya da bölgenin her hangi bir ülkesine servis edilen bütün telkinler bu "zaaf"lar üzerine kurulmuş ayrıştırma projeleri oldu. Özellikle Soğuk Savaş sonrası, demokrasi ve özgürlük adı altında bile çatışma ithal ettik. Sorgusuz şekilde bunları kabul ettik, birbirimize yönelen silahlara dönüştürdük.

Yüzyıllarca birlikte, aynı sokakta yaşayanlar birbirini boğazlar oldu. İsimleri nedeniyle bile insan öldürür hale geldik. Cinayetleri işlerken kendi kutsallarımız, tartışılmaz doğrularımız vardı. Bir kez kendimize dönük, "acaba" demedik.

Devletimizi, etnik kimliğimizi, mezhebimizi, geçmişte kalan kan davalarımızı, bin yıl önceki sıradan bir sorunumuzu, giyimimizi-kuşamımızı kavga sebebi haline getirdik. "Bin yıldır birlikte yaşıyoruz, yine yaşarız" diyenleri bile alay konusu yaptık. Siyasi farklılıklarımızı kör döğüşüne, eleştirilerimizi saldırganlığa dönüştürdük.

Bunları yaparken, zenginliklerimizi, kardeşliklerimizi, ortaklıklarımızı, insanlığımız kaybetmedik sadece. Belki de en büyük kaybımız, inançlarımız oldu. Bunların yanlış olabileceğine dair kanaatlerimiz yok oldu. Barışa inancımız kayboldu. Çatışma tezleri dışında hiçbir şeye inanmaz olduk.

Daha doğrusu kendimize inancımızı kaybettik.

Suriye"de barış isterken, özgürlük için mücadele ederken kimlikler üzerinden savaşın içinde bulduk kendimizi. Merkez güçlerin jeopolitik mücadelesi masumların kanı üzerinden yürütülüyor şimdi. Ama bir bayram için bile olsa, ateşkes sağlayamıyoruz.

Silahların geçici olarak susması için yüzlerce tarafın ikna edilmesi gerekiyor. Oysa o yüzlerce taraf savaş için ikna edilmemişti. Bir kişinin bile yaşama şansı varsa, bu ateşkes sağlanmalıdır. Ama barış, ateşkes ne kadar zor, farkında mıyız?

Ve kendimize soralım, Suriye"yi düşünürken, ideolojik, siyasi, jeopolitik hesaplarımızı, dar çevre/cemaat hesaplarımızı bir kenara atabilme erdemini gösterebiliyor muyuz? Suriye"yi düşünürken kaçımız öfkelerimizden azıcık kurtulup insan merkezli düşünebiliyoruz?

Rejimleri, siyasi grupları, devletleri suçlamak çok kolay. Ama çatışma oralarda değil zihinlerimizde, kalplerimizde, bunu ne kadar sorgulayabiliyoruz?

Dün Erciş"ten bütün Türkiye"ye teşekkürler yağdı. İşte bu vefayı, erdemi gösterebiliyor muyuz? Bunlar bizim uzunca bir süredir unuttuğumuz şeyler. "İşte biz buyuz, bu olmalıyız" diyebiliyor muyuz? Bunu söylemeye bile çekiniyoruz, değil mi…

Allah aşkına biraz kendimize, etrafımıza bakalım. İki kişilik sohbetlerimizde, çoklu konuşmalarımızda, Türkiye analizlerimizde, bölgeye dair düşüncelerimizde zihinlerimiz bizi nasıl yönlendiriyor?

Öfke, nefret, kin, düşmanlık… Bir gram iyilik yüreklerimize ne kadar da ağırlık verir oldu. Devletler çatışmadan güç devşiriyor derdik. Oysa artık bizler, bireyler çatışmadan güz kazanıyoruz.

Bizler gerçekten de barışın, uzlaşmanın, iyi şeylerin önündeki en büyük engeller haline geldik…

Zihinlerimizi ve kalplerimizi ıslah etmeden, etrafımızdaki kan denizinde boğulmaktan kurtulamayacağız..

Herkese iyi bayramlar…