Türkiye’de uzun zamandır ‘korku’ üzerine söylem inşa etmek moda oldu. Son olarak Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz ile dertlerine çare arayanlara, ‘DEVA’ olmak için yola çıkanların ana teması da ‘korku’ oldu.Korku insani bir zaaftır, korktuğu için kimseyi kınayacak halimiz yok. Ama korkunun ana merkezine inmeyi temel mesele edinmeliyiz. Ülkeyi yönetmeye talip olanların korkularının kaynağını bilmemiz en temel vatandaşlık hakkımızdır.8-9 yıldır, daha net bir tarih ortaya koymak gerekirse Gezi kalkışmasından
Türkiye’de uzun zamandır ‘korku’ üzerine söylem inşa etmek moda oldu. Son olarak Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz ile dertlerine çare arayanlara
, ‘DEVA’ olmak için yola çıkanların ana teması da ‘korku’ oldu.
Korku insani bir zaaftır, korktuğu için kimseyi kınayacak halimiz yok. Ama korkunun ana merkezine inmeyi temel mesele edinmeliyiz. Ülkeyi yönetmeye talip olanların korkularının kaynağını bilmemiz en temel vatandaşlık hakkımızdır.
8-9 yıldır, daha net bir tarih ortaya koymak gerekirse Gezi kalkışmasından bu yana korku üzerinden söylem geliştirenlere baktığımızda
, Tayyip Erdoğan’ı korkularının kaynağı olarak lanse ediyorlar.
Peki, gerçekten Tayyip
Erdoğan mı korkularının kaynağı?
Korku edebiyatının ana yayıncısı Fetullahçı teröristlerdir. Gerek içerideki kriptolar, gerekse yurt dışına kaçmış alçak hainlerin oluşturduğu lobiler, bu korku propagandasının ana aktörleridir. Bu alçakların korkmasını anlıyorum. Çünkü bunlar, 17-25 Aralık öncesi dershane kavgasının başladığı dönemde, işaret parmaklarını başparmaklarıyla birleştirerek,
fiske işareti yapıp, “Tayyip Erdoğan’ın bir fiskelik canı var” diyorlardı.
Kendilerinden bu kadar emin iken,17-25 Aralık operasyonunu yaptılar, Tayyip Erdoğan’ın öyle kolay ceviz olmadığını gördüler.
15 Temmuz gecesi, Tayyip Erdoğan’a karşı, 40 yıldır besledikleri TSK içerisindeki unsurlarını harekete geçirerek, tank-top-tüfek-F16 bütün silahlarıyla saldırdılar.
Bir fiske ile indirmeyi hayal ettikleri Erdoğan’ı tanklar ve uçaklarla bile indiremediler.
Onlar korkmasın da ne yapsın?
Eski Cumhurbaşkanı Gül’ün şefliğini yaptığı çok sesli koronun solisti Ali Babacan’ın, birilerinin derdine
DEVA olmak için kurulan partiyi tanıtırken kullandığı ifadeler, aslında her şeyi gözler önüne seriyor.
“
Ülkemizde şartlar biraz daha normal olsaydı, bütün ülkemizin genelinde katkı veren destek veren görüşleriyle bizleri aydınlatan arkadaşlarımızın hepsi açıkça burada olsaydı. Ama biz onları anlıyoruz. Gönüller bizimle beraber biz onu biliyoruz. Bugünler de geçer inşallah.”
“Biz, şiddet, korku, baskı, ötekileştirme, ayrıştırma ve ayrımcılığın yaşanmadığı bir gelecek inşa etmek için yola çıktık.”
“
Korku siyaseti, polemikler, kavgalar hepimizi yordu artık. Çalışanlarımız her an işlerini kaybetme korkusuyla yaşıyor.
”
Evet, böyle buyurmuş Ali Babacan. Konuşmadaki birinci paragrafta kastettiği korkakların kimler olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz. Ama üzerinde durmaya gerek yok. İkinci paragraftaki ifadeler çok tanıdık, onların üzerinde de değerlendirme yapmaya gerek yok. Ancak üçüncü paragrafın ikinci cümlesinde yer alan bu “
her an işlerini kaybetme korkusuyla yaşıyor
” ifadesine pes doğrusu.
Beyefendi, FETÖ’cü savcı Zafer Kılınç’tan gelen talimatla onlarca çalışana işlem yaptığını çabuk unutmuşa benziyor. Yunanistan’a kaçarken yakalanan Fetullahçı alçak Zafer Kılınç, İzmir askeri casusluk ve santaj adı altında düzenlediği iddianame ile Türkiye genelinde binlerce bürokrat hakkında işlem yapılması için bakanlıklara yazı yazdı. Ne hikmetse bu hainin yazısını bir tek Babacan dikkate aldı ve kendisine bağlı kurumlarda çalışan onlarca bürokrat hakkında işlem başlatmıştı.
7 Şubat MİT krizinde, Gezi olayları sırasında, 17-25 Aralık’ta hangi korkuyla Erdoğan’ın karşısında yer aldıysanız,bugün de aynı korkuların esirisiniz. Erdoğan’dan korkmadığınızdan adım gibi eminim. Ama Erdoğan’ın iktidarının uzun sürmesinden büyük endişe içinde olduğunuzu da biliyoruz.
Türk Sanat Musıkisi’nin nadir eserlerinden “Kimseye Etmem Şikâyet” şarkısının sözlerinde yer alan “Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” ruh hali içinde olduğunuza şüphe yok. Zira FETÖ’cüleri TÜBİTAK’ta ‘Palaz’landıran, Adalet’in anahtarını Pensilvanya’ya teslim eden ve FETÖ’yü ‘Aile’mizin merkezine sokanların bir gün mutlaka hesap vereceği kesindir.
Öte yandan her ne hikmetse, Enver Altaylı’nın iddianamesinin ortaya çıkmasından sonra herkesin korkusu depreşti. Yoksa yavaş yavaş finale doğru mu yaklaşıyoruz? Görelim Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler…
#Gezi Parkı
#FETÖ
#TÜBİTAK
#Enver Altaylı