Her mesai günü olduğu gibi cuma sabahı da işe başlarken önce gazetelere, ardından internet haber sitelerine göz attım. Malum cuma günü 30 Ağustos zaferinin 97. yıl dönümüydü. Odatv’de bir haber: “Hutbede yine Atatürk yok.” Cuma namazına saatler kala böyle bir haber, bir şeyin habercisiydi. Aradan zaman geçti namazı kılıp geldik, haber geldi. Oturduğum mahallenin camisinde bir adam hutbe sırasında olay çıkarıp camiden ayrılmış. Ertesi gün de o olayın görüntüleri Sinan Oğan tarafından sosyal medyada
Her mesai günü olduğu gibi cuma sabahı da işe başlarken önce gazetelere, ardından internet haber sitelerine göz attım. Malum cuma günü 30 Ağustos zaferinin 97. yıl dönümüydü. Odatv’de bir haber: “Hutbede yine Atatürk yok.” Cuma namazına saatler kala böyle bir haber, bir şeyin habercisiydi. Aradan zaman geçti namazı kılıp geldik, haber geldi. Oturduğum mahallenin camisinde bir adam hutbe sırasında olay çıkarıp camiden ayrılmış. Ertesi gün de o olayın görüntüleri Sinan Oğan tarafından sosyal medyada yayıldı.
Atatürk üzerinden yeni bir tezgâh peşinde olanlar, farkında olmadan çok güzel bir tartışma ortamına yol açıyorlar. Bu zamana kadar Atatürk üzerinden söyledikleri yalanlar tek tek ortaya çıkacak, Atatürk üzerinden yaptıkları ideolojik kuleler tek tek yıkılacak. Tabii burada hepimize görevler düşüyor. Geçmişte yapılan ideolojik tuzaklara düşmeden. Hepimiz gerçeklerin peşine düşeceğiz ve tabi ki devleti yönetenler de artık arşivleri sonuna kadar açmalıdır.
Tarihi günlerden geçiyoruz. 19 Mayıs 2019’la başladığımız Kuruluştan Kurtuluşa 100. Yıl Etkinlikleri 2023’te Cumhuriyet’in 100’üncü yılına kadar devam edecek. Önümüzdeki yıl 23 Nisan 1920’nin 100’üncü yılını kutlayacağız. Bu etkinlikler çerçevesinde Moiz Kohen kafalı Kemalistlerin bize söylediği yalanları tek tek ortaya çıkarmalıyız.
Atatürkçülük üzerinden mütedeyyin muhafazakâr insanlara karşı yapılanlarını tek tek saymaya kalkarsak vaktimiz yetmez. Şunu söylemekte de fayda var. Mois Kohen, dönme adıyla Munis Tekinalp kafalı Kemalistler, muhafazakâr kesimdeki Atatürk algısının birilerinin kastı neticesinde oluştuğunu sanıyorlar. Hâlbuki öyle değil, her birimizin ailesinde bizatihi tek parti döneminde yaşananlar var. Kimimiz dedemizden, kimimiz ninemizden kimimiz amcamızdan yaşanan hikâyeleri dinledik. Bize bunları anlatan dedelerimiz, ninelerimiz ve amcalarımızın bilmediği bir şeyi yeni yeni öğreniyoruz. Bunları bize Atatürk adına yapanlar kimlerdi, niyetleri neydi? İşte yeni dönemde bunları tek tek açığa çıkarmamız lazım.
Yıl 19 Kasım 1938, Atatürk’ün naaşı İstanbul’dan Ankara’ya götürülecek. Cenaze töreninden sorumlu Orgeneral Fahrettin Altay, anılarında şöyle anlatıyor:
“
Programa göre cenaze İstanbul’dan alınacak, Ankara’ya gönderilecekti. Ankara’ya sordum: ‘Cenaze namazı İstanbul’da mı yoksa Ankara’da mı kılınacak?’ Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordurdum. ‘Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek. Görüşürsünüz’ cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne vardı? Ertesi sabah Bayar geldi. Dolmabahçe Sarayı’nda görüştük. Cenaze namazı konusunda düşünceleri, İstanbul’da veya Ankara’da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyordu. Kendilerine ben: ‘Bir şey olacağını sanmam. Bu gelenek olmuş bir dini vecibedir, namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra, yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa, beni vazifemden affetmenizi rica ederim’ dedim.
”
Dönemin başbakanı Celal Bayar da Fahrettin Altay ile arasında geçenleri şu ifadelerle dile getirmiş:
“
Benim babadan kalma hocalığım da var ya… Cenaze namazının camide kılınmaması halinde istifa edeceğini söyleyen Altay’a, bunun farz değil farz-ı kifâye olduğunu anlattım. Cenaze kaldırılmadan önce namazın kılınmasının şeriata aykırı olmadığını, yani dini hükümlere aykırılık bulunmadığını izah ettim. Böylece Dolmabahçe Sarayında Vakıflar Müdürü tarafından Atatürk’ün cenaze namazı kıldırıldı.”
Atatürk’ün cenaze namazı ile ilgili kız kardeşi Makbule Hanım’ın tutumu ile ilgili Murat Bardakçı’nın yazdıkları ise yürek burkar nitelikte. Atatürk’ün cenaze namazına katılan kişilerden birinden dinlediği bilgilere yer veren Bardakçı, o gün olanları şu cümlelerle anlatmış: “
Cenaze, 19 Kasım sabahı erken saatlerde Ankara’ya nakledilmek üzere Saraydan alınacaktı. Hazırlıklar devam ederken rahmetlinin hemşiresi Makbule Hanım katafalkın bulunduğu yere geldi, “Cenaze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!” diye avaz avaz bağırdı ve gidip tabutun yanı başına oturdu. Bazı işgüzarlar ‘Ankara’dan emir geldi hanımefendi, yapmayın, etmeyin’ diye Makbule Hanım’ı sakinleştirmeye çalışacak oldular ama hanımefendi daha da hiddetlendi, ‘Namazı kılınmadan burayı terk etmem…
Aradan yarım saat geçtikten sonra Ankara’dan yeni talimat geldi. ‘Gözlerden uzak bir şekilde, mümkün olduğu kadar az bir cemaatle, dışarıya da hiçbir şekilde aksettirilmeden kılınsın; kat’iyyen fotoğraf çektirilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarına da aksettirilmesin’ deniyordu.
”
Evet, bugünlerde “Atatürk’ün adı neden hutbede anılmadı diyenler” bu haklı sorularını sormaya devam etsinler. Zira bu sorular sayesinde Atatürk üzerinden büyük vurgun yapan Yılmaz Özdil, birçoğumuzun bilmediği veya bilmemizi istemediği bir şeyi öğretti bize. Özdil’in cumartesi günü yayınlanan yazısından, Atatürk’ün vasiyeti dışında kalan eşyaları arasında üzerinde
Ayete’l-Kürsi’nin yazılı olduğu bir pirinç tanesi olduğunu öğrendik.
Rahmet, minnet ve saygıyla andığımız Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için sadece hutbe okunması yetmez. Anıtkabir kampüsüne Atatürk’ün ismini taşıyan bir cami yapılmalı ve caminin açılışında da Atatürk’ten esirgenen gerçek bir cenaze namazı kılınmalı...
#Cenaze
#Namaz
#Atatürk
#Cumhuriyet
#Celal Bayar
#Fahrettin Altay