Son günlerde eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamaları nedeniyle FETÖ’nün siyasi ayağı yeniden gündemimizin ilk sırasında yer almaya başladı. Hâlbuki Başbuğ’un gündeme gelme nedenini ele aldığımızda konunun çok farklı yönlere kayması gerekiyordu. İlker Başbuğ’u gündemimize, CIA’nın Fetullahçı terör örgütünü yöneten aparatı Enver Altaylı hakkında hazırlanan iddianame taşıdı.
İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanlığı’na atanınca paniğe kapılan CIA’nın Enver’i, Pensilvanya iblisine mektup yazarak, Başbuğ’un 7 Fetullahçı generali takibe aldığını ve bunun için önlem alınması gerektiğini söylüyor. Bu bilgilerin yer aldığı iddianame kamuoyuna yansıyınca herkes bu generallerin kimler olduğunu merek etti ve gözler Başbuğ’a çevrildi. Başbuğ konuştu ama generallerin isimlerini vermedi, 26 Haziran 2009’da yapılan bir düzenlemeye atıfta bulunarak, siyasi ayak söylemini dillendirdi.
Başbuğ’un bu çıkışının art niyetli olup olmadığını tartışmak istemiyorum ama Enver Altaylı iddianamesiyle Fetullahçı terör örgütünün mazisine ve özellikle 1960 darbesi ile başlayan sürece inmemiz gerekirken, Başbuğ’un açıklamaları konuyu bambaşka yöne çekti. Dediğim gibi Başbuğ’un FETÖ konusundaki hassasiyetine bir diyeceğim yok, lakin Başbuğ’un açıklamaları, 1960 darbesi ve sonrasıyla hesaplaşma fırsatının elimizden kayıp gitmesine neden olabilir. Fetullahçı terör örgütüne ve arkasındaki akla hizmet budur işte…
Gelelim tartışmaların esasına. İlker Başbuğ’un itiraz ettiği yasal düzenleme demokrasinin gereğidir. Düzenleme çok basit; sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçmek, darbe heveslisi cuntacıları da sivil mahkemenin önüne çıkartmak. Efendim sivil mahkemeler FETÖ’nün eline geçti, haksız yargılamalar yaptılar. Sanki o tarihte askeri mahkemelere FETÖ sızmamıştı. 2009 yılında sivil mahkemelere FETÖ’nün sızma oranı yüzde 50 ise, askeri mahkemelerde bu oran yüzde 70 idi.
Ayrıca İlker Başbuğ, bizzat kendisi söylemişti, “Çok iyi gizlendiler fark edemedik” diye. Fark edemedikleri Fetullahçılarla nasıl mücadele edeceklerdi. Ayrıca nasıl gizlendiklerini de konuşmamız gerekir. Hatta nasıl kandırıldığımızı da konuşmamız gerekir. Fetullahçılar Tayyip Erdoğan’ı namaz kılarak, oruç tutarak, dindar görünerek kandırdılar. Peki, irticayla mücadele ettiğini savunanlar karşısında nasıl gizlendiler ve onları nasıl kandırdılar. Rakı masası kurarak, hiçbir dini vecibeyi yerine getirmeyerek, başı açık eşler seçerek ve açtırarak, yakasına Atatürk rozeti takarak. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Başka mahallelerde FETÖ’cü aramaktan vazgeçelim. Herkes kendi evinin önünü süpürsün. Herkes samimiyetle Fetullahçı hainler tarafından nasıl kandırıldığının ve aldatıldığının muhasebesini yapsın. Aldatılmaktan kastım yöntem olarak neler yaşandığı üzerinde durulmalı. Mesela Fetullahçı alçaklar bizi alnı secdeli diye aldattı ve bizi aldatan alnı secdelilere hesap soruyoruz. Rakı masasıyla, mini etek ve dekolte ile, Atatürk rozetiyle aldatılanlar da kendilerini bu yöntemle kandıranlara hesap sormaya kalkarsa işte asıl o zaman Fetullahçı teröristleri alt ederiz.
HSYK’nın yapısı 2010 referandumundan sonra değişti. Tartıştığımız dönem 2009 olduğuna göre, o zaman Fetullahçı alçakların yargıda kritik yerleri nasıl ele geçirdiğini de örnekleriyle anlatmamız lazım. Hamsici-Okur ikilisinin o zamanın HSYK üyelerini nasıl aldattığını yazmamız lazım. Hamsici-Okur ikilisi, kritik yerlere düşündükleri hâkim-savcıların bir gerekçeyle HSYK üyelerini ziyaret etmesini sağlıyor. Görüşmeye giden hâkim-savcı eşli olarak gidiyor. Bir Ramazan gününe denk getirilen ziyaretlerde eşler mini etekli, kahveler az şekerli, sohbetler de bol Atatürklü oluyor.
Ziyaret bitince HSYK üyesi arıyor Hamsici-Okur ikilisini, kendisini ziyarete gelen hakim-savcı ismini vererek, “Önümüzdeki kararnamede bu kişiyi filanca yere yazın” diye talimat veriyor. Bu ikili kıs kıs gülerek, “Hayhay efendim” diyerek, not alıyor. Sonra 2007’de Ergenekon operasyonları başlıyor. HSYK’nın kelli felli biraz da CHP’li üyeleri geriye yaslanıp keyifle izliyorlar. Nasılsa soruşturmayı yürüten yargıçları kendileri malum özelliklerinden dolayı tayin ettirdi ya. İşler istedikleri gibi gitmeyince de şaşırıyorlar. “Bizim tayin ettirdiğimiz bu adamlar nasıl böyle bir şey yapar” diye dizlerini dövüyorlar, ancak atı alan çoktan Pensilvanya’ya varmıştı. Demek istediğim Fetullahçılar, 2009 öncesi yargıyı bizi kandırdıkları yöntemlerle değil, sizi kandırdıkları yöntemlerle çoktan ele geçirmişti.
Şimdi acilen yapılması gereken, İlker Başbuğ açıklamaları üzerinden başlayan atmosferin bir an önce dağıtılmasıdır. AK Parti’nin durumu yargıya taşımasına gerek yoktu. Başbuğ’un açıklamalarına siyaseten verilecek çok cevap var. Zaten mesele siyasi bir mesele. Üstelik yapılan düzenleme doğru bir düzenlemeydi. Bugünlerde başta ana akım medya ve ana muhalefet başta olmak üzere düzenlemeyle ilgili yanlış ifadeler kullanıyor. Düzenleme askerlerin sivil yargıda yargılanmasını değil darbe heveslisi cuntacıların sivil yargıda hesap vermesinin önünü açtı. Eğer o düzenleme olmasaydı 15 Temmuz hainlerini sivil yargıda yargılayamazdık. Şayet Fetöcüler o yasa ile ilgili art niyetli bir hesap içinde idiyse Allah tuzaklarını başlarına çevirdi. Kendi hainleri bu yasa ile hak ettikleri sonu buldular.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, yazılacak çok şey var, ancak alan kısıtlı. Bütün bunlara rağmen hâlâ ayak işinde ısrar edenlere küçük bir katkım olsun. 27 Mayıs 1960’tan 15 Temmuz 2016’ya, başarılan veya başarılamayan, modern ya da post modern darbe, darbe girişimi, muhtıra, e-muhtıra, ne kadar anti demokratik girişim olmuşsa onun siyasi ayağını araştırın. İşte o ayak FETÖ’nün de siyasi ayağıdır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.