Erkek çocuklara icra edilen küçük operasyon manasındaki sünnet gelenekte neredeyse farzların bile önüne geçmiştir. Birçok günah işleyerek, birçok sünneti terek etmiş olarak ölmüş birine eğer sünnet olmuş ise Müslüman muamelesi yapılır da, birçok sebeple zamanında sünneti yapılamamış bir kimsenin Müslümanlığından şüphe edilir.Geleneğin gücüne bakın ki, mesela birçok İslam muhitinde gelenek haline gelmediği için kadınların sünneti yapılmaz; halbuki maksadı ve yerelliği tartışılsa da rivayetlerde bu
Erkek çocuklara icra edilen küçük operasyon manasındaki sünnet gelenekte neredeyse farzların bile önüne geçmiştir. Birçok günah işleyerek, birçok sünneti terek etmiş olarak ölmüş birine eğer sünnet olmuş ise Müslüman muamelesi yapılır da, birçok sebeple zamanında sünneti yapılamamış bir kimsenin Müslümanlığından şüphe edilir.
Geleneğin gücüne bakın ki, mesela birçok İslam muhitinde gelenek haline gelmediği için kadınların sünneti yapılmaz; halbuki maksadı ve yerelliği tartışılsa da rivayetlerde bu da vardır. Sünnet diye icra edilen buna benzer daha nice davranışlar ve âdetler var.
Peki çocuklara yaptığımız “sünnet”e bu kadar riayet ediyoruz da Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.) din, ahlak, âdâb, sosyal düzen… hakkındaki sünnetlerine niçin bu “sünnet” ölçüsünde riayet etmiyor, hatta önem vermiyoruz?!
Bu bir soru ve her Müslümanın bu soru karşısındaki durumunu yeniden gözden geçirmesi salih kul olabilmesinin şartıdır.
Öte yandan insanlar toplanıyor bazı hadis kitaplarının metinlerini, şerhlerini, tercümelerini okuyorlar. Bu okumaların ifrata ve tefrite düşmeden salih kul olmaya medar olabilmesi için “Usul” bilgisi ile birlikte yapılması gerekiyor. Eğer usul bilgisi bir yana bırakılarak Kur’an-ı Kerim ve hadis kitapları, üstelik muteber şerhlerine bile bakılmadan okunursa bu okumalardan DAİŞ benzeri okumuşlar da mezun olabilir.
Bu işin bir ucu, diğer aşırı ucuna örnek olarak da hayli yaşlanmış ve camiamızda saygı gören bir Hoca’nın videoya kaydedilmiş bir konuşmasını vereceğim. Hoca özetle şöyle diyor: “Fıkıh Usulü ilmi ortaya çıkıncaya kadar Müslümanlar dini doğru anlıyor ve uyguluyorlardı, bu ilim ortaya çıkıp da vahye dayalı metinlere uygulanınca Müslümanlar yollarını sapıttılar. Bu sebeple fıkıh usulü bir yana atılmalı, Kur’an’da ne helal ise onu helal, ne haram ise onu da haram bilmeli, bunun ötesi de yoktur.”
İşte bu ölçüde sapıtmaların önüne geçecek olan bize göre Fıkıh Usulü ilmidir.
Kur’an âyetleri birbirini tefsir eder, hadisler de hem birbirini hem de Kur’an âyetlerini tefsir eder. Okumalardan bir hükme varmak isteniyorsa Kitab ve Sünnet’in, usulü dairesinde bir bütün olarak göz önünde bulundurulması şarttır.
Hadis ve Siret (Peygamberimizin hayatını anlatan kitaplar) Kur’an’ın hakimiyeti altında bize sünneti taşırlar ve öğretirler, ancak her hadis, her siret rivayeti Müslümanlığın kaynaklarından biri olan sünneti taşımaz. Yani Peygamberimizin her sözü, her fiili dinin tebliği ve din kuralının kaynağı değildir. Alimler O’nun davranışlarını, “dînî olan ve olmayan, bağlayıcı olan ve olmayan” kısımlarına ayıran çalışmaları oldukça erken devirlerden itibaren yapmışlardır.
Yıllar önce yazdığım bir yazıda, sünnet olmasa bile Peygamberimiz’in beşeri âdetlerini ve davranışlarını sırf O’na karşı aşku muhabbet sebebiyle kendine uygulayan bir kimseye takdirden başka diyeceğimiz bir şey olamaz ama bu kişilerin bu tür davranışları başkalarından da beklemeleri, terk edenlere kötü nazarla bakmaları da caiz değildir.