Ümmetin birliği

04:0023/02/2017, Perşembe
G: 17/09/2019, Salı
Hayreddin Karaman

Bugün Müslümanlar tam da düşmanlarının istediği ve planladıkları gibi ulus devletler şeklinde parçalanmış, üstüne üstlük çoğu birbirine düşmüş, savaş, düşmanla işbirliği ve en azından ilgisizlik içinde bulunuyorlar ki, bu durumu din ve akıl yönünden onaylamak mümkün değildir ve her bir müminin birlik çaresi araması, elinden geleni yapması farzdır.



Daha önceki bir yazıda vazifenin üç yüklenici grubu olabileceğini yazmıştım: İdareciler, âlimler ve kanaat önderi şahıslar ve hizmet grupları.



Bugün de idarecilerden ve özellikle Nadir Şah'tan (1688-1747) bahsedeceğim.



Nadir Şah ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış durumun iyice kötüleşmesi üzerine kurtarıcı olarak görülmüş ve Safevi Devleti'nin başkomutanlığına getirilmişti. Ancak durumun vahameti onun tahta çıkmasını gerektirmişti, o, İslam dünyasını birleştirme ülküsünde samimi olduğu için kendisine teklif edilen tahta geçmeyi, “Safevilerin benimsediği şekliyle Şiiliğin terkine ve kendinin tanımladığı Caferiliğe dönülme” şartına bağlamıştı.



Şii ve Sünni dünyası arasındaki ayrılıkları gidermek ve dostluğu sağlamak amacıyla 1743 yılında Necef'te Hz. Ali Türbesi'nde İslâm âleminin bölgedeki ileri gelen ulemasının katıldığı bir toplantı düzenletti. Toplantıya önde gelen Şii uleması ile Maveraünnehir ve Afganistan bölgesinin Sünni âlimleri katılmışlardı.



Bu konuda karşılıklı imzalanan tutanak Nadir Şah'ın uzun bir önsözüyle başlamaktadır. Sayın M. Saffet Sarıkaya'nın nakline göre Nadir Şah'ın önsözünde şu ifadeler vardır:



“Ben (Şah), 1148 senesinde, Mogan sahrasında, sizinle bey'at ederken (Ashaba) dil uzatmayı terk etmenizi sizlere şart koşmuş bulunuyordum. Şu andan itibaren sebb-i Şeyhayn'i (halifelere küfür) yasakladım. Her kim onlara dil uzatırsa onu öldürür, evlad ü iyalini esir eder, malını alırım. Ne İran içinde, ne de çevresinde Ashabı kınamak ve buna benzer çirkin davranışlar artık yoktur. Bunlar, aşağılık Şah İsmail devrinde türemiş, soyu da onun izinden gitmiş sonunda Ashaba sövgü çoğalmış, bid'atler artmış, budalalıklar yayılmıştır.''



İran Şii uleması “Bizler (Ashaba) lanetin kaldırılmasını kabul ve taahhüt ediyoruz. Sahabenin gerek fazileti, gerekse hilafeti, iş bu tutanakta belirtilmiş olan tertip üzeredir. Bizden her kim ashaba dil uzatır veya burada tespit edilenlerin hilafına konuşursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Böyle bir durumda Nadir Şah'ın gazabını kabul ederiz, malımız; canımız ve evladımız ona helâldir”.



Sünni ulema, “İranlılar, kararlaştırdıkları hususlara uydukları, aksine davranmadıkları sürece, İslami fırkalardandırlar. Müslümanların lehine olan, onların da lehine Müslümanların aleyhine olan, onların da aleyhinedir” diyerek Caferiliği beşinci mezhep olarak tasdik ettiler.



Yapılan uzun tartışma/müzakere sonunda Sünnî temsilci Hâdî Hoca ile Şii temsilci Molla Paşa arasında şu karar cümleleri teati edilmiştir:



Hâdî:



- Ebû-Bekir ve Ömer'e küfrederek küfre düşüyorsunuz!



Paşa:



- Küfretme âdetini kaldırıyoruz.



Hâdî:



- Sahâbeyi sapkınlık ve küfre düşmekle itham ederek kâfir oluyorsunuz!



Paşa:



- Sahabenin tamamı güvenilir ve salih kişilerdir; Allah onlardan razı olsun.



Hâdî:



- Mut'a nikâhı helâl diyorsunuz!



Paşa:



- Mut'a haramdır, onu bizden ancak ayak takımı kabullenir.



Hâdî:



- Ali'yi, Ebu Bekir'den üstün tutuyor ve ilk halife O'dur diyorsunuz!



Paşa:



- Üstünlük sırası Sünnîlerin dedikleri gibidir, hilâfet sırası da öyledir.



İktidarı boyunca İran'da kendi tarafından tanımlanan Caferi anlayışını hâkim kılmaya çalışan Nadir Şah, Osmanlı Devletine Caferi mezhebini beşinci Sünni mezhebi olarak kabul ettirmek için elçileri vasıtasıyla girişimlerde bulunmuş ancak çeşitli şer'i gerekçeler ile bu isteği Osmanlı Devleti tarafından kabul görmemişti.



Askeri ve siyasi başarıları nedeniyle bozkırın son hâkimi olarak nitelendirilen Nadir Şah 1747'de bir suikast sonucu hayatını kaybetti.



İslâm birliği için çalışan idarecilerin bir şekilde öldürülmeleri, üzerinde iyi düşünmemiz gereken bir faciadır.



Ulema ve kanaat önderlerinin faaliyetleri bahsinde “mezhepleri değiştirerek değil de ortak noktalarda birlik kurarak” amaca ulaşma tecrübesinden söz edeceğim.




#Müslümanlar
#Ulus devlet
#Ulema