Namazı Yahudilerden mi öğrendik?

04:004/02/2018, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Hayreddin Karaman

Sünneti, sahâbeyi ve onlardan ilim ve edeb alan ilk nesilleri atlayarak, yok sayarak, önemsiz bilerek İslâm’ı ve Kur’ân’ı doğru anlamak mümkün değildir.Denecek ki, “Kur’ân’da Allah Teâlâ bu kitabın apaçık ve anlaşılır olduğunu, onda hiçbir şüpheye yer bulunmadığını ve insanları doğruya, hakka, hakikate yönlendirmek için gönderildiğini bildiriyor, şu halde onu anlamak için ilk muhataplar ve nesiller de olsa başkalarının anlayış ve yardımlarına ihtiyaç yoktur”.Bu itiraza verilecek çok uzun cevaplar

Sünneti, sahâbeyi ve onlardan ilim ve edeb alan ilk nesilleri atlayarak, yok sayarak, önemsiz bilerek İslâm’ı ve Kur’ân’ı doğru anlamak mümkün değildir.


Denecek ki, “Kur’ân’da Allah Teâlâ bu kitabın apaçık ve anlaşılır olduğunu, onda hiçbir şüpheye yer bulunmadığını ve insanları doğruya, hakka, hakikate yönlendirmek için gönderildiğini bildiriyor, şu halde onu anlamak için ilk muhataplar ve nesiller de olsa başkalarının anlayış ve yardımlarına ihtiyaç yoktur”.

Bu itiraza verilecek çok uzun cevaplar da vardır ama bir köşe yazsında şu kadarını söyleyelim:

1.
Kur’ân bütün dünya insanları için gönderilmiştir, ama Arapça'dır. Evet apaçıktır, ama Arapça'dır ve ilk muhatapları için apaçıktır, şu halde onu anlamak için ya “Kur’ân Arapçası”nı bilmek veya bunu bilenlerin aracılığı ile anlamak gerekecektir. Ayrıca bütün değişimlere rağmen hayatımızda olabilmesi için usulüne uygun yorumlarla apaçıktır; anlamak için tek başına dil bilgisi de yetmeyecek, İslâm’ın getirdiği terimlerin doğru anlaşılması gerekecektir.
2.
Terimlerin doğru anlaşılabilmesi için onu doğru anladığında şüphe bulunmayan Hz. Peygamber’in (s.a.) ve onun denetiminde ashabın anlayış ve uygulamaları vazgeçilemez kaynak olacaktır.
3.
İşte bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik”
(Nahl: 44).
Tek başına bu âyet bile Kur’ân’ı doğru anlayabilmek ve hayatımıza uygulayabilmek için iki şeye ihtiyacımızın olduğunu bildiriyor:
1.
Peygamberimiz'in açıklaması,
2.
Müslüman aklı ile onun üzerinde düşünmek.

Ulema haklı olarak şunu söylemişlerdir: Eğer sünnet (Peygamberimiz'in söz ve fiil ile açıklamaları) olmasa biz namazın bile nasıl kılınacağını bilemezdik.

Bana nakledildiğine göre bu yerinde ifadeye şöyle bir itiraz yapılmış:

“Biz Müslümanlar namazı Sünnet’ten öğrenmedik, Yahudiler bu namazı aynen bizim bugün kıldığımız gibi kılıyorlardı, onlardan öğrendik.”

Bu itirazın mantığı şudur:

Öncekiler sonrakilerden değil, sonrakiler öncekilerden öğrenebilirler.

Dayandığı delil (tarihi bilgi) de şöyledir:

Yahudiler, İslâm’dan önce bizim kıldığımız namazı çok az farkla aynen kılıyorlardı.

Bu iddialı itirazı ispat için de tarih tersine çevrilmiş, bugün Yahudilerin kıldıkları namaza bakılmış, Müslümanlarınkine benzerlik bulunmuş, bugün böyle olduğuna göre İslâm’dan önce de böyleydi diye bir “tersine uzun atlama” (anakronizm) yapılmış.

Bu konu Müslüman olmayan araştırmacıları da meşgul etmiş olmalıdır ki, Naphtali Wieder, “İslamic Influences on the Jewish Worship” isimli bir kitap yazmış, Oxford’da, East and West library’de 1947 yılında yayımlanan bu kitapta, ibadetler dahil birçok konuda Yahudiliğin İslâm’a değil, İslâm’ın Yahudiliğe tesirini, Yahudi kaynaklarına da başvurarak ortaya koymuş.

Mahmud Akkad bu kitabı, “Mâ Yukalu ani’l-İslâm” isimli kitabında özetlemiş (s. 144-159).

Gelecek yazıda biz de bu özeti özetleyerek namazı Yahudilerin Müslümanlardan öğrendiğini açıklığa kavuşturalım.

#İslamiyet
#Namaz
#Yahudilik