Hizmete adanmışlık başkadır

04:0020/07/2018, Cuma
G: 20/07/2018, Cuma
Hayreddin Karaman

Şuurlu, bilgili, gayret-i diniye sahibi bir mümin önce kendini ıslah edecek, iyi bir kul olmaya çalışacak, sonra İslam’ı bozmak isteyenlere karşı yapabiliyorsa tedbir alacak, sonra (buradaki sonraların yerine aynı zamanda demek de mümkündür) kendi ailesinden başlayarak yakından uzağa insanların İslam’ı doğru öğrenmeleri ve yaşamaları için üzerine düşeni yapacaktır; bunlar belli bir sınıfın değil, bütün müminlerin önde gelen vazifeleridir.Kemalin (olgunluğun, ilmin, yetkinliğin, ermişliğin…) sonu


Şuurlu, bilgili, gayret-i diniye sahibi bir mümin önce kendini ıslah edecek, iyi bir kul olmaya çalışacak, sonra İslam’ı bozmak isteyenlere karşı yapabiliyorsa tedbir alacak, sonra (buradaki sonraların yerine aynı zamanda demek de mümkündür) kendi ailesinden başlayarak yakından uzağa insanların İslam’ı doğru öğrenmeleri ve yaşamaları için üzerine düşeni yapacaktır; bunlar belli bir sınıfın değil, bütün müminlerin önde gelen vazifeleridir.



Kemalin (olgunluğun, ilmin, yetkinliğin, ermişliğin…) sonu yoktur; kimde bir değer, bir fazilet varsa onu başkalarına da aşılamak için gayret etmesi gerekir.

İlmiyle amil olmayana “İslam alimi” denmez, ilmiyle amil olmanın içinde ibadetler, ahlak ve kimseden bir emir, bir menfaat beklemeden, Allah rızası için, O emrettiği için yukarıdaki vazifeleri yapmak da vardır.

İyi bir kul olabilmek için aile dâhil cemiyet hayatından çekilmek, bir yere kapanarak yalnızca namaz, oruç, zikir gibi ibadetlerle meşgul olmak isteyenleri Peygamberimiz (s.a.) bundan menetmiş, cemiyet içinde bütün taraflara ait vazifeleri yapmaya çalışarak yaşamayı emretmiştir.

Bir kimsenin alim, cami/din görevlisi, şeyh ve derviş olması, böyle bilinip böyle anılması onun din hizmetini (öğretim, eğitim, davet, irşad, değerleri koruma hizmetini) yapıyor olması demek değildir; hizmet bir iman, şuur, gayret, aşk, tercih, adanma işidir.

Sekseni aşmış ömrümün içinde pek çok alim, şeyh, derviş, imam, hatip, öğretmen, akademisyen… gördüm; bunların bir kısmı pasif, bir kısmı zararlı, bir kısmı ise aranan hizmet adamı idi. Her tabakanın içinde böyle farklı kimseler vardı.

Merhum Hüsrev Efendi’nin merhum Mahmud Bayram hoca gibi talebesini, Ahıskalı Ali Haydar Efendi’yi, merhum Ömer Nasuhi Bilmen’i, merhum Mahmud Celaleddin Ökten’i, Nurettin Topçu’yu, Mehmed Zahid Efendi’yi, Sami Efendi’yi, Elazığlı Muharrem Hilmi (Sırrı) Efendi’yi, İsmail Hakkı Toprak Efendi’yi Hacıüveyszade Mustafa Efendi’yi, Muhammed İhsan Efendi’yi, Muhammed Hamidullah hocayı, Tayyip Okiç hocayı… (cümlesine Mevlâ rahmet eylesin) gördüm, tanıdım, az çok yanlarında ve sohbetlerinde bulundum, bir kısmından ders aldım; işte bu saydıklarım din adamı değillerdi, ama Rabbânî alimlerdi (bu terimi ileride yazacağım), resmen görevli olsun olmasın kendilerini din hizmetine adamış İslam insanlarıydı.

Şimdi bir de şeyh ve derviş olmayan imamdan söz edeyim; din/cami görevlisi diye din hizmeti yapamayacağına hükmedilen gruptan bir örnek sunayım:

İzmir’de Hakim Efendi (Güzelyalı) Camii imamı İbrahim Edhem Sunar merhum. Aslında onu, ayrı bir yazıda anlatmak gerekiyor, burada biraz özet geçelim.

İmam-hatipliği (din ve cami görevlisi olmayı) Peygamberimiz’in (s.a.) “din hizmetine varis olma” diye anlayan bu değerli insan yalnız din hizmeti görevini yapar, dünyalık için bir başka işle meşgul olmazdı.

Bir hafta okur, gözlem yapar, dinler, uygun yerlere uğrar edindiği bilgi, haber ve duruma göre hayatın içinden ve cemaatin halinden uzak olmayan bir vaaz ve bir de hutbe yazar; bağırıp çağırmadan, sağa sola bakmadan bunları defterinden ve kâğıdından tatlı bir sesle okurdu. Dışı süslü olmayan içi ise hikmet, hissiyat ve uyarı dolu olan bu sözler cemaatin ruhunu etkiler, gönlünün kapılarını açardı. Okumuş yazmış olanlar dahil insanlar uzaklardan gelir, onu dinlemeye can atarlardı. Namaz vakitleri dışında caminin avlusundaki kulübesine oturur, gelip bir şey soran veya isteyenlerin derdine derman olmaya çalışırdı. Camiye gelsin gelmesin mahallede oturan ve hasta olan kimseleri küçük hediyelerle evlerinde ziyaret eder, hal hatır sorar ve dua ederdi. Sabah namazlarından sonra gazete okuma bahanesiyle bir balıkçı kahvehanesine gider, bir köşede gazete olurken oradan insan kazanmanın yolunu arardı… Bu örnek eğitim, davet, hizmet metoduyla mesela bir akşamcı tövbe edip onun müezzini olmuştu, mahallede kitapçı dükkanı açan bir solcuya uğrayıp tebrik etmiş, o da Cumalara gelmeye başlamış, kitapçı dükkanında İslami kitapları da satar olmuştu…

#Merhum Hüsrev Efendi
#Mahmud Bayram hoca