“Tanzimattan Günümüze Türk Düşünürleri” isimli abide eseri görünce, İslâmî ticaretin güncel meselelerine bir tanıtımlık ara vermek vacib oldu.
Bu yedi cilt ve 4986 sayfalık eserin hem editörü hem de her eksiği tamamlamaya koşan yazarı, bugün seksenine merdiven dayamış, yarım asırlık dostum Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay'dır.
Ömrü ilme, dine ve pek sevdiği milletine hizmetle geçen Süleyman Bey'in akademik faaliyet dalı Batı Felsefesi'dir. Ancak o, bu felsefe alanının ne mukallidi, ne taşıyıcısı, ne de hayranıdır; o, kendi değerlerini bilen, bütün düşünce sistemlerine ve adamlarına kendisi olarak bakabilen, “kökü mazide olan âtî” için emek veren bir güzel insanımızdır.
Nobel yayınları arasında bu yıl basılan eserin cilt muhtevaları şöyledir:
Siyasi, idari ve sosyal düşünce temsilcileri.
B. Bilimsel ve felsefi düşünce temsilcileri.
V. Ahlakî ve edebî düşünce temsilcileri.
VI. Dînî ve tasavvufî düşünce temsilcileri.
VII. Türk dünyası düşünür temsilcileri.
Düşünüce temsilcileri çerçevesinde 200 den fazla insanımızın kısa hayat hikayeleri ve özellikle düşünceleri, her biri üzerinde çalışmış ilim adamlarımız tarafından kaleme alınmış, projede bulunduğu halde bir kısmı ise yazarı bulunamadığı için şimdilik dışarıda kalmıştır.
Süleyman Bey'in “Sunuş” yazısında yer alan aşağıdaki cümleler eserin değerine ve hedefine belîğ bir ifade ile ışık tutuyor:
Ama zihnî gelişmenin yanında gençlerimizin ruhlarının ve kalplerinin de parlatılmasını, cilalanmasını hedefledik. M. Blondel'in dediği gibi düşünce aynı zamanda ilâhî bir nurdur. Ama bu yeterli değil. Biz, “Ben kimim, biz kimiz, nerdeyiz, ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz” gibi kimlik tespitini belirten sorulara cevap bulabilmek, kendi toplumumuzun kültürü içinden düşünce hayatımızın meselelerinin çözülmesine katkıda bulunmak için böyle bir araştırmaya giriştik. Ne olduklarını bilen topluluklar düşünerek yenilenmeyi, değişmeyi beraberinde götürebiliyorlar…
Bugün maalesef dünyada düşünce gündemini tayin ve tespit eden merkezde değil, çevrede çakılıp kaldığımız ve merkezin tespit ettiği gündemlere bağlı kalarak çevre durumunda hareket ettiğimiz bir gerçektir. Dolayısıyla bir hedefimiz de çevreden çıkıp merkezde yer almanın yolunun açılmasına yardımcı olmaktır. Aynı zamanda kendi medeniyetimizin ihyası ve yeniden inşasında düşünce hayatımızın katkısını sağlamaktır.
Başlangıçtan bu yana Türk düşüncesini şu unsurların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz: Tarihî sorunlarıyla ve çözüm denemeleriyle bize intikal eden düşünceler, dilimizden ve onun muhtelif kullanışlarından doğan meyveler, milletimizin tarih boyunca meydana getirdiği özgün ve zengin kültür, sanat, siyaset ürünleri, kendine ait hassasiyetler, bağlı olduğu dünya görüsü ve inanışlarından doğan derin ve tarihî etkiler, bunların yaşanmasından doğan toplumsal sonuçlar ve benzerleri…
Bu münasebetle şunları da hedefliyoruz: Tanzimat'tan günümüze gelen ve gelişen düşünce hayatımızı, düşünürlerimizin neler düşündüklerini yeni nesillerle tanıştırmak, onların tefekkür kabiliyetlerini tahrik etmek, onların Batı düşüncesi karşısında eziklik duymalarını önlemek, babalarının, dedelerinin yahut yakın ve uzak akrabalarının neler düşündüklerini, hangi sorunlarla boğuştuklarını, onlara nasıl çözümler getirdiklerini, hangilerini çözemeyip bize aktardıklarını sergilemek…
Eserin önemli bir tezi de “Bizde özgün düşünür ve filozof yetişmedi, yetişmez” şeklindeki yaygınca ve karamsar iddiayı reddetmektir. Bu bakımdan şu satırlar da yazımın son kısmı olsun:
“Eskiden de büyük filozoflar yetiştirmiş bir ulusuz biz. Türk düşünürlerin katkısı olmasaydı Avrupa Rönesans'a ulaşamazdı. Descardest'tan yüzyıllar önce Gazâlî'miz vardı bizim. Nicolai Hartman'dan daha mı az Fâfâbî'miz. Husserle'den neyi eksik Sühreverdî'nin. Mevlânâ'nın, Yûnus'un, Pir Sultan Abdal'ın günümüzdeki o ünlü varoluşçulardan nesi daha aşağı. Şimdi kalkıp da “Biz filozof olamayız” diye kestirip atmak son derece yanlış olur.”