Cennet mutlak (kayıtsız, şartsız, görecesiz…) ve ebedî mutluluk olduğuna göre dünyada ferdin, topluluğun ve insanlığın refah, sıhhat, afiyet ve saadeti zirvede bile olsa -ki, bu da mümkün değildir, olmamıştır ve demek ki, olmayacaktır- muhal farz olsa bile geçici, göreceli ve kimilerine özel olacağı için dünya cennet olmayacaktır. Mecâzî olarak “dünya cenneti”, “işte o zaman dünya cennet olur” gibi ifadeler kullanılır, biz de kullanmışızdır; lakin bundan maksat, “bizim dünyadaki idrak kabiliyetimize
Cennet mutlak (kayıtsız, şartsız, görecesiz…) ve ebedî mutluluk olduğuna göre dünyada ferdin, topluluğun ve insanlığın refah, sıhhat, afiyet ve saadeti zirvede bile olsa -ki, bu da mümkün değildir, olmamıştır ve demek ki, olmayacaktır- muhal farz olsa bile geçici, göreceli ve kimilerine özel olacağı için dünya cennet olmayacaktır.
Mecâzî olarak “dünya cenneti”, “işte o zaman dünya cennet olur” gibi ifadeler kullanılır, biz de kullanmışızdır; lakin bundan maksat, “bizim dünyadaki idrak kabiliyetimize göre anlatılan cennet hayatını” andıran geçici bir durumdur, bunu anlatmak için öyle denir.
Cennette olanın aslına, ne ve nasıl olduğuna geldiğimizde, hadislerdeki anlatışa göre “onu ne dünyadaki gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş, ne diller tatmış ne de hayal edilebilmiştir”.
Geçicidir bunda şüphe yok, bin yıl yaşasa insan yine ölecek, dünya hayatı iyi kötü son bulacaktır.
Görecelidir; çünkü “kime göre” sorusu hep karşımızdaki levhada yazılı ve asılı gibidir.
İşte bu yazının konusu da bu “göreceli” olma ile ilgilidir.
Yedek subay iken Sarıkamış’tan Ankara’ya Gülhane Askerî Hastanesine gelmiştim, narkozsuz bir operasyon yapılıyordu, doktor yüzbaşıya “Çok acı çekiyorum” dedim; yüzüme bakarak, “Öyle mi, ben hiç duymuyorum” dedi.
Dün akşam (Bugün, şu yazıyı yazarken perşembe günündeyiz), dinlenirken çok kere yaptığım gibi TRT Belgesel’e bakıyordum. İsviçre olmalıydı, yetmişer yaşlarında iki kişi, dünya cenneti diye ifade edilen yerlerden birinde (orman, muhteşem bir tabiat manzarası, tertemiz bir akarsu…) ellerinde birer olta, balık tutuyor ve konuşuyorlardı. Biri diğerine:
-Bir gün öleceğiz, ama bizim cennete ihtiyacımız yok; çünkü biz zaten cennette yaşıyoruz.
Dedi.
Diğeri:
-Evet, doğru söylüyorsun, biz cennette yaşıyoruz diyerek onu onayladı.
Doktor yüzbaşının duyarsızlığı orada dursun.
Bu ikili konuşma hakkında felsefeden kelama, oradan dinler tarihine geçerek çok şey söylenebilir, ama ben mutluluğun maliyeti ve göreceliği kısmına dair bir şeyler yazacağım.
Yanlarında olsaydım onlara şunları sorardım:
Siz bu zenginliği, mutluluğu kimden çalarak elde ettiniz? Siz, ABD dâhil Batılılar, hangi toplulukları aç-açık bırakarak, kanlarını dökerek, el ve avuçlarında ne varsa alarak bu refahı elde ettiniz? Meşhur ifade ile “İnsanların ellerine İncilleri tutuşturup elmaslarını almadınız mı?”
Şimdi o insanlar hâlâ yoksul, hâlâ aç ve çıplak, çıkarıp satıp da istifade edemedikleri maddi değerlerini sömürmeye devam ediyorsunuz. İçlerinden uyanan olursa kafasına vurup (ya darbe yaptırıp ya birbiri ile savaştırıp) tekrar uyutuyorsunuz… Peki, bu durum sizin şu konforunuzu birazcık olsun gölgelemiyor mu? Bunlara acıyıp insafa gelecek, haklarının geri verilmesini isteyecek kadar vicdan kırıntısı da mı kalmadı sizde!?
Siz balık tutuyorsunuz, balık acı çekmesin diye önce kafasına vurarak bayıltıyor da sonra oltanın iğnesini çıkarıyorsunuz (bunu bir seyahatimde gördüm), peki balık acı çekmesin diyorsunuz, balık acı çekerse dünya cenneti konforunuz zedeleniyor; yahu insaf! İnsan mısınız nesiniz, biz ve siz başka köklerden mi geliyoruz!!!
Şu Ortadoğu diye uydurduğunuz coğrafyada, şu anda en acısı Filistin’de ve dünyanın, pis çizmelerinizle kirlettiğiniz başka yerlerinde bunca tarif edilemez acılar çeken insanların balık kadar da mı değerleri yok, bunlar da acımaya layık varlıklar değil mi!!!
Onların cennete ihtiyacı olmayacakmış; çünkü dünyada cennette yaşıyorlarmış; akla bakın!
Yahu öleceksiniz, öldükten sonra hâlâ dünyada cennette yaşamaktan söz edecek kadar, bu yaşta-demek ki, toplum olarak- bunadınız mı?
Hele bir ölün de bakalım; cennete ihtiyacınız olacak mı, olmayacak mı?
Ve ebedî cennete amansız ihtiyacınız olduğunda inlettiğiniz mazlumlar karşınıza çıkıp yollarınızı keserek sizi, hak ettiğiniz yere (cehenneme) yönlendirmeyecekler mi?
İşte bunları sorardım, daha neler sorar, neler söylerdim de birazı bende kalsın.