AK Parti ile nereden nereye geldik!

04:0017/11/2016, Perşembe
G: 16/09/2019, Pazartesi
Hayreddin Karaman

2-16 Eylül 2005 tarihinde “İktidarın üç mesele ile imtihanı”
başlıklı birkaç yazı yazmış, AK Parti iktidarını tahrik ve teşvik için yer yer sert sözler söylemiştim. Bu yazıların üzerinden 11 sene geçmiş ve Türkiye'de çok şey değişmiştir; ama insanımız geçmişi çabuk unutuyor; hem imar, ekonomi, uluslararası ilişkiler hem de demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri konularında bu iktidarın yaptıkları sanki daha öncesinde de varmış gibi nankörce söylem ve davranışlar ortaya konuyor. Vaktiyle bir alt geçit yapan CHP'li belediye başkanının heykeli dikiliyor, AK Parti yılda böyle onlarcasını yaptığı halde sözü bile edilmiyor!


Bu, işin bir yanı… Diğer yandan bu iktidardan beklentilerini almış, umduklarından daha fazlasına kavuşmuş bulunan kesimlerin kendilerine düşeni yapmış olup olmadıkları konusu çok önemli bir soru olarak ortada duruyor.



Birkaç yazıda önce yakın geçmişi hatırlamamız için bu 11 sene önceki yazılarımdan uzun iktibaslar yapacağım, ya her birinin ardından veya tamamından sonra da “ortada duran soruya cevabı” arayacağım (Bu yazıların tamamını görmek için “Laik Düzende Dini Yaşamak” isimli kitabımın dördüncü cildine bakılabilir).



“AK Parti iktidara geldiğinde kucağına düşen dev meseleler vardı; işsizlik, ekonomik dengenin bozukluğu ve kriz ihtimali, Irak, Kıbrıs, demokratikleşme (siyasete, seçilmişlerin hakim olmaları meselesi), AB ile ilişkiler bu meselelerin ilk sırasında yer alıyordu ama bu partiye verilen oyların “28 Şubat'ın rövanşı” olarak kabul edilmesinin dayanağı bu meseleler değildi; ölçüt, 'demokratikleşme ile dine karşı devletin tavrı' idi. Oy verenlerin önemli bir yekünü bu iki konuda AK Parti'ye güveniyor, fırsat veriyor ve sonuç bekliyorlardı, hâlâ da bekliyorlar.



Demokratikleşme konusunda ne kadar mesafe alındı?



Bu soruya, 'Önemli mesafeler alındı, artık çağdaş demokrasi geri dönülemez, askıya alınamaz, kesintiye uğratılamaz bir şekilde oturdu' cevabını verebilmek için iktidarın, bir Avusturalyalı milletvekilinden dinlediklerime benzer bir rahatlık içinde olması gerekiyor…



Şimdi ben kendi ülkemde dönüp bakıyorum. İktidar atacağı birçok adımda askeri hesaba katıyor, onların hoşuna gitmeyecek, kendilerince yanlış buldukları bir tasarrufta bulunmaktan geri duruyor, durmadan -sütten ağzı yananların yaptıklarını yapıyor- yoğurda üflüyor. Bazı muhalif çevreler de askerin müdahalesine ümit bağlıyor, bunu dile getiriyor, bunun meşruluğunu savunuyor ve bazen da askere davetiye çıkarıyorlar. Durum böyle olunca demokratikleşme konusunda önemli adımlar atıldı demek bana oldukça zor geliyor. Yine demokratikleşme uğruna katlanılan AB yolculuğu da çok uzun ince bir yol; hem sonucu belli değil, hem de en iyimser tahminlere göre sonucun alınacağı tarihe benim yaşımdakilerin yetişmeleri zor. Bu durum da demokrasi dışı güçlere manevra imkanı veriyor. Devletin dine karşı tavrında (laiklik anlayış ve uygulamasında) iyileşme beklentisinin gerçekleşme durumu için de üç sembolik şeye bakmak gerekiyor: Başörtüsü, imam hatipler ve genel olarak din eğitimi.



Bu iktidarın önünde, önemli bir kesimin/halk kitlesinin beklentisi manasında üç imtihan sorusu var: İmam hatipler, genel olarak din eğitimi ve başörtüsü yasağı. İktidar ne yaparsa yapsın bu üç konuda halkı tatmin edecek bir şeyler yapmazsa (hatta yapamazsa) çok şey kaybedeceğini bilmeli, 'Biz şunları yapabilirsek halk tatmin olur, diğerlerini gözünde büyütmez' diyenlere aldanmamalıdır.”



Gelecek yazıda bu üç meseleden biri olarak imam hatiplerin macerasını nakledeceğim. Demokratikleşme, vesayetlerin kaldırılması, ekonomik krizlerin bütün olumsuz şartlara rağmen en az zarar ile atlatılması, uluslararası ilişkilerde seyirci ve tabi iken oyuncu olma dönemine geçilmesi gibi büyük değişimleri yalnızca hatırlatmakla yetiniyorum.




#AB
#Demokratikleşme
#28 Şubat'ın rövanşı