Sürat çağında ömürler de jet hızıyla geçiyor. Eskiden günler daha uzun gelirdi; insan, zamanı nasıl geçireceğini bilemezdi, şimdi zamanlar yetmiyor; ne işe yetiyor, ne sohbete, ne kitap okumaya, ne eşe dosta ayırmaya...
Küçücük çocuklar bile -özellikle büyük şehirlerde- sabahın erken saatlerinde yollara düşüyor, araçlardan inip uykulu gözleriyle sallana sallana okula gidiyor. Büyükler kahvaltıya bile vakit bulamıyor. Bize büyüklerimiz “Ayakta yemeyin, içmeyin” der dururdu, şimdi “ayakta yeme” büfeleri kuruldu. Bu kadar hızlı ve “dolu” yaşanan hayat insanlara ne veriyor? Ne yazık ki buna “bilgi, kemâl, rûh zenginliği, insanlığın derinliklerinde tefekkür ve seyahat” gibi bir cevap veremiyoruz. Bu kadar hây u huy içinde zaten bunlar olmaz; bütün dünya insanlarının büyük çoğunluğu bu yoğun mesai sonunda ancak temel/maddî ihtiyaçlarını kısmen temin edebiliyor. Bu demektir ki, bir ömür, yiyecek içecek temin edip onu tüketmekle geçiyor; yani insanlar temel ihtiyaçlarının tutsağı olmuş, değer biçilemez ömürlerini bu uğurda sarfediyorlar.
İslâm dîni insanlara dünya hayatını terketmelerini veya dünyadan olabildiğince az nasiplenmelerini teklif etmiyor, onun istediği dengeli bir hayattır. Bu denge dünya ile âhiret, fânî ile bâkî arasında kurulacaktır. Dünya araç, Allah rızâsı ve bunun bahşedeceği ebedî mutluluk amaç olacaktır. Bu böyle olduktan ve dünya için yapılan faâliyet dengeyi bozmadıktan sonra (bozmadığı sürece) dünyadan nasiplenmek, dünyalık edinmek serbesttir. Allah şöyle buyuruyor: “Onlar ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır” (Nûr:24/37). Burada geçen “alıkoyamadığı” ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır: a) Hem dünya işlerini görürler, dünyalık edinirler hem de ibâdetten geri kalmazlar. b) Dışları dünya ile meşgûl olurken içleri Allah ile meşgûl olur, hep O’nunla huzur hâlinde yaşarlar... İki anlayış da mûteberdir; birincisi genel, ikincisi özeldir; birincisi başlangıç, din hayatının ilk sınıfları; ikincisi sonudur, başarı ile mezûn olmaktır. Her iki durumda istenen denge kurulmuştur; dünya araçtır, ona bu şuur içinde yaklaşılmaktadır; Allah rızâsı amaçtır, ona da bu bilinç içinde riâyet edilmektedir. İşin teorik yanı bu olmakla beraber pratiğe, yaşanan müslüman hayatına bakıldığında –genellikle– işin hiç de böyle olmadığı, giderek dengenin bozulduğu, “ev-iş-ev” duvarları arasında sıkışan insanların kendilerini unuttukları, ömürlerini zâyî ettikleri, değerliyi değersiz karşılığında sattıkları görülmektedir.
İşte tam bu sırada kandiller, Ramazan, umre, hac, yakınların ölümü, etkili bir ses ve nefes hızır gibi, bir hayat suyu gibi yetişmekte, insana, kendine gelme fırsatı vermektedir. Ramazan yalnız oruç değil, onun yanında daha birçok ibâdeti içeren bir aydır: Kur’an okunur, teravih kılınır, sahura kalkılır, oruç tutulur, yoksullara yardım edilir; hâsılı bir ay Allah’a daha yakın olma şuuru ile yaşanır. Bu, maddî hayatımızdaki belli bir vitamin veya gıdâ kürüne benzer; bu yoğun ibâdet, bir yılllık manevî gıdâyı temin edebilir.
Dilerim bu Ramazanımızda elde ettiğimiz manevi gıda bize bir yıl yetsin ve artsın!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.