“İslâm ailesi” bir medeniyetin, kültürün ailesidir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için onun bulunduğu her yer ve zamanda bir topluluk ve bu topluluktan ibâret yahut bunun içinde bir aile bulunmuştur. Beşerî medeniyet unsurlarını insanlar yapmış, medeniyetler de insanları etkilemiştir.
İlâhî-beşerî İslâm kültür ve medeniyeti ise ilâhî irşâdın ışığında yürüyen İslâm insanının eseridir. Onun her parçasında ilâhî vahyin boyası (sıbğatullah) ve halîfetullah (yeryüzünde Allah iradesinin temsilcisi) olan insanın fırça darbeleri vardır. Bu büyük medeniyet ve kültürün temelini, İslâmın getirdiği “Allah, insan, kâinat tasavvuru ve değerler sistemi” oluşturur. İslâm ailesi de bu temele oturmuş ve medeniyetin önemli bir parçası olmuştur. Onu bu bütün içinde görmek, tanımak ve değerlendirmek gerekir. Bu perspektif terkedilir, İslâm ailesine pozitivist bir sosyolog gözüyle bakılırsa onu, gerçeğe uygun olarak tanımak ve tasvir etmek mümkün olmayacaktır.
İslâma göre Allah Teâlâ insanı yaratmış, ona bilgi edinme ve bilgiyi kullanma kabiliyeti vermiş (Rahman: 55/4), onu başıboş bırakmamış (Kıyâme 75/36), yeryüzünde halîfesi kılmış (En’âm: 6/165; Yûnus: 10/14..), başka hiçbir varlığın yüklenemediği emaneti (yükümlülük ve sorumluluğu) ona yüklemiş (Ahzâb: 33/72), kokuşmuş çamur mertebesinden kâinâtın gözbebeği mertebesine kendi irade ve çabasıyle yükselmeyi ona amaç kılmıştır (Tîn: 95/5; Şems: 91/10).
Ana çizgileriyle İslâm insanı budur. Bu insan varolacak, çoğalacak, toplum ve kültür oluşturacak ve bunu nesillere aktaracaktır. İslâm insanının kendini gerçekleştirebilmesi ve amacına ulaşabilmesi için –kendi irade ve çabası yanında– dayanışma ve yardımlaşmaya ihtiyacı vardır. Bu dayanışma ve yardımlaşma İslâma göre, merkezden çevreye doğru şu daireler içinde gerçekleşecektir: Aile, komşu, millet (kavim), ümmet (İslâm kavimleri, milletleri) ve insanlık. Dairelerin merkezinde aile, sonra komşular ve yakınlar, sonra millet, sonra ümmet ve nihayet insanlık vardır. Merkez aynı zamanda temeldir; aile temeli olmadan diğer yapıların oluşması, varlıklarını koruması mümkün değildir. Dayanışma ve yardımlaşma bir davranış biçimidir; her davranış biçimi gibi bunun da motiflere ihtiyacı vardır; aileyi kurmaya ve aile içinde dayanışma ve yardımlaşmaya iten başlıca motifler cinsel güdü, sevgi, korku, güvenlik ihtiyacı, eğitim ve devamlılık arzusudur.
İslâm aileyi kurarken bütün bu motifleri gözönüne almış, gerekli teşvik ve yönlendirmeleri yapmıştır.
İslam’ın ilk muhatabı olan Araplarda, fertlerin ve ailelerin içinde eridiği kabilecilik, toplum yapısının temelini teşkil ediyordu. İslam bunu değiştirerek kabilenin yerine aileyi koydu. Kabile mensuplarının hukuki ve sosyal ilişkileri ile dayanışmalarını aileye aktardı. Böylece aile toplumun temel birimi haline geldi.
Birçok ayet ve hadis evliliği teşvik etmekte, aile fertlerinin karşılıklı hak ve vazifelerini düzenlemektedir. Naslara göre fiilî evliliğin belli yaşı vardır, evlenme akdi karşılıklı rızaya dayanır. Aile dinin ve devletin himayesi altındadır. Bu himaye hem aile kurulurken hem de devam ederken söz konusudur. Evlenmeye maddi gücü kâfi gelmeyenleri evlendirmek toplumun ve devletin görevidir. Geçim sıkıntısı söz konusu olduğunda ailenin arkasında devlet vardır. Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Ölüp de miras bırakanın malı vârislerine aittir, malının karşılayamadığı borç yahut bakılacak çoluk çocuk ise bana aittir, bana gelsinler; onların yakını benim, isterseniz –bu konuda– şu ayeti okuyabilirsiniz: ‘Peygamber mü’minlere, kendilerinden daha yakındır’ (Ahzâb, 33/6).” Bu sözü Hz. Peygamber’in, devlet başkanı sıfatı ile söylediğini bilen ilk halifeler ailelere maaş bağlamışlar, doğan her yeni çocuğa göre de bunu artırmışlardır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.