Dünyadan nasibimiz

04:0010/06/2018, Pazar
G: 11/06/2018, Pazartesi
Hayrettin Karaman - Ramazan

Dünyada ilerleme ve kalkınma modası hakim olunca Müslümanlar da kutsal metinleri bu gözle okumaya, satırlardan veya satır aralarından dünya insanını memnun edecek mânâlar çıkarmaya yöneldiler:“Din terakkiye mani değildir” cümlesi vecizeler arasına girdi, şiirlerde mısralaştı.“Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış” sözü hadis diye piyasaya sürüldü, Bektaşileşen Müslümanlar bu sözün de yarısını unutarak diğer yarısı (hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış kısmı)

Dünyada ilerleme ve kalkınma modası hakim olunca Müslümanlar da kutsal metinleri bu gözle okumaya, satırlardan veya satır aralarından dünya insanını memnun edecek mânâlar çıkarmaya yöneldiler:

“Din terakkiye mani değildir” cümlesi vecizeler arasına girdi, şiirlerde mısralaştı.



“Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış” sözü hadis diye piyasaya sürüldü, Bektaşileşen Müslümanlar bu sözün de yarısını unutarak diğer yarısı (hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış kısmı) ile amel ettiler, ancak bunu bile taklit ettikleri toplumların ölçü ve keyfiyetinde beceremediler.

Bu arada “dünya için çalışma, dünyadan olabildiğince nasiplenme” ilkesini teyit için bir de ayete başvuruldu; ayet mealen şöyle diyordu:

“Allah’ın sana verdikleri içinde ahiret yurdunu iste ve dünyadan nasibini unutma, Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun, yeryüzünde kötülük isteme, şüphesiz Allah kötülük peşinde koşanları sevmez.” (Kasas: 28/77)

Bu ayeti ilerlemeci felsefe aklıyle okuyanlar “dünyadan nasibini unutma” cümlesine “dünyadan zevk al, istifade et, servet sahibi ol, olabildiğince nasiplen...” mânâsını verdiler. Halbuki ayetin konusu, muhatabı “dünyaya tapan Karun’dur”, evveli ve sonu göz önüne alındığında böyle bir mânâ çıkarmak mümkün değildir. Allah Teala’nın, dünyaya mağrur olup kendisini unutan birisine “dünyadan nasiplenmeyi unutma” demesi abestir; çünkü adam zaten yalnızca dünyadan nasiplenmektedir ve ahiret onun hesabında yoktur. İlahi murat –Allahu a’lem– şudur: Dünyaya dalıp ahireti, ebedî hayatı unutma, Allah’ın sana dünyada verdiklerinden istifade ederek, bunları yollu yolunca kullanarak ebedî saadeti elde etmeye bak, dünyadan nasibini, yani burada yaşama ve yararlanma müddetinin, ömrünün kısalığını, geçiciliğini, ahiret nimetleri yanındaki önemsizliğini unutma...

Başta Büyük Örnek (s.a.)’in hayatı olmak üzere birçok ayet ve hadis Müslümanlara zühd yolunu göstermektedir. Zühdün mânâsı ise dünyadan asgari ölçüde nasiplenmek, bütün imkanları ebedî saadeti elde etmek için kullanmak ve buna yönelmektir. İslâm’da makbul olan terakki (ilerleme, gelişme) insanın fert ve cemiyet olarak ahlak ve fazilette ilerlemesi, toplumun fazilet toplumu haline gelmesi, kâmil insan sayısının çoğalması, toplumda örnek alınan kişilerin “kâmil insanlar” olmasıdır. Helal ve faydalı olmak şartiyle mesken, yiyecek, giyecek, binek gibi dünya nimetlerinin en iyi, en güzel olanlarından faydalanmak haram kılınmamış ancak de teşvik de edilmemiştir.

İslâm ahlakından nasiplenmiş kimseler, çevrelerinde aç ve açık, ihtiyaç sahibi kimseler bulunduğu müddetçe refah içinde yaşamaktan –hiç olmazsa– rahatsız olmalıdırlar. Bilimde, teknolojide, ekonomide, askerlikte, hasılı bir toplumu güçlü ve hakim kılan unsurlarda ileride ve üstün olmak İslâm’ın amacı değildir, yüce amaçlar için Yani dünyada adalet ve din hürriyetinin hakim olması için araçtır ve bu yüce amaçlar ne kadarını gerektiriyorsa o kadarı edinilir, fazlası israf sınırına girer ve matlup olmaktan çıkar.

İslâm insanı, maddesiyle, mânâsıyle, ismiyle, resmiyle, kılık kıyafetiyle, ahlakıyle, dünyadan nasiplenme şekliyle... diğer sistemlerin insanlarından farklıdır, farklı olmak durumundadır. Bu fark ne kadar azalırsa kişinin müslümanlığı da o kadar eksilmiş demektir.

#Ramazan
#İslam